Düşlerin kenti : İstanbul 'dan ;
En çok beğendiklerimden biri buydu.Oldukça soluk çıkmış gerçi:( Tophane'de bir kahve oturması... Sanki biraz daha dikkatli baksam seslerini bile duyabilecekmişim gibi hissettirdi bu resim bana :)
Kütahya Çini ve Seramikleri sergisinden...
Bunlara "gülabdan" deniliyormuş.Eskiden ev içlerine güzel koksun diye bu gülabdanlar ile gülsuyu serperlermiş.
Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri sergisinden...
Özellikle de buna bayıldım.Bi tane de benim olsa böyle bi tartım setim ne güzel olurdu demeden edemedim:)
Sergide büyüklü küçüklü o kadar çok parça vardı ki..Bu koleksiyonun toplanmasına 1980'lerde başlanmış.Bugün 8000 den fazla obje bulunuyormuş.Denizcilik,mimarlık,eczacılık ve kuyumculuk gibi alanlarda kullanılmış birsürü ağırlık,uzunluk,hacim ölçüsü...Malzeme olarak da çok çeşit vardı.Taş,cam,metal,ahşap,deniz kabukları...Bazıları da çeşitli minyatür şekillerden yapılmıştı.Çok güzeldiler.Küçük olanların iyi resmini çekemedim malesef :(
Bu üç sergi de koleksiyon sergi ve süresiz olarak Pera müzesi'ndeler.Müzede olmak zamanda yolculuk yapmanın bi çeşidi kesinlikle.Bir günde bu kadar çok sergi gezdikten sonra eve geldiğimde sahiden başka bi dünyadan ya da zamandan gelmiş gibiydim :)
Zamanda yolculuk demişken,şunu da anlatayım bari;
Lacerem'le ne zaman bi'yerlere gitsek sonunda mutlaka Eminönü tarafına geçmeden edemez olduk nedense:) Sergiden sonra da iftarımızı Sultanahmet'te yapalım dedik.Benim için İstanbul demek Eminönü-Sultanahmet-Beyazıt demek neredeyse zaten.Neyse,Laceremciğime dedim ki: "Bi'gün senle yine buralarda bi'yerde gezerken zaman çukuruna düşsek ne güzel olur dimi,zaten tarihî mekân her yer.." Gerçekten de isterdim böyle bir deneyim yaşamak.Lacerem bana ters bi bakış attı önce gerçi:)
Sonra evime dönerken her zaman kullandığım İETT hattı ile değil de,yine evimin yakınından aynı yoldan geçen başka bir hattın otobüsü ile geldim.Otobüs ama ne otobüs:) Nasıl eski model,nerden kalmış o öyle anlamadım.Hani ikişerli koltuklu olanlardan da değil,uzunlamasına sadece kenarlarda üçlü deri koltuk olan bi' otobüstü.Çıkardığı ses dolayısıyla çok hızlı gidiyormuş gibi hissettiriyordu ayrıca."İnecek var" ışıklı tabelasını bile çok sonra görebildim.Hepsinde olan yerde değildi.Hiç kimsede çıt yok...Üstüne bir de bi' sonraki duraktan eski zamanlarda giyilen takım elbiselerden giymiş bi kız binmez mi:) Bir an "zaman çukuruna mı düştüm sahiden,ama ben Lacerem yanımdayken istemiştim..."diye düşünmeye başladım ciddi ciddi :) Sonra hatırladım,zaman çukurlarına düşen insanlar hiç ses duymazlarmış.Oysa ben otobüsün o dehşet sesini duymak istemediğim kadar çok duyuyordum:) Lacerem'e anlatsam bi güzel dalga geçerdi,okuyunca geçer artık :)
Çoook ama çok güzel bir gündü...