Haritanın En Ücrâ Köşesi...

...Masidherya diye bir yer

23 Ekim 2010 Cumartesi

"O" Gün (Devam )

       Sultanahmet Meydanı'ndaki 1001 icat sergisinde kalmıştım değil mi? Gitmeden önce alışkanlık gereği netten araştırmıştım.Resmi sitesinden izlediğim kısa filmi beğenmememe rağmen,birkaç blogda mutlaka gitmelisiniz gibi yazılar görünce ümitlenmiştim baya.Film birçok ödül almış ama zorla değil ya,ben beğenmedim.Kurgusu saçma geldi bana.
       Öğretmen "Her gruba tarihin farklı dönemleriyle ilgili birer araştırma konusu vereceğim" diyor önce.Bir sonraki cümleyse şu: " Ve soru da şu olacak.Seçtiğiniz dönemin..." Yani öğrencilere konuları kendi veriyorsa nasıl seçmiş olabilirler ki?Bu nasıl bir seçimdir:) Sonra en son gruba verdiği ödevin baştan zor olduğunu söyleyip neden öğrencilerin hevesini kaçırıyor?O mimikler ne öyle?Üstüne bir de "bakalım nasıl halledeceksiniz?" deyip meydan okuyor sanki çocuklara.Sonra çocuklar kütüphane görevlisinin yanına gidiyorlar soru sormak için, adam yüzlerine bile bakmıyor başta.Yan tarafa bakıyor.Çocuklar kibarca sordukları halde "ne istiyorsunuz" diye sertçe cevaplıyor.Bişeyler söyleyip "hadi bakalım gidin" diye başından savıyor çocukları sonra.Çocuklardan biri "belki de araştırmaya değmez" deyince inat yapıp "Esasında size göre bişeyler var" diyor.Madem var niye baştan kovuyorsun çocukları?Biraz sonra da başta suratsız davranan adam,çocuğa "benim genç dostum" diye hitap eden bi kıvama geliyor :) Sonra "şimdi,biliyorum buralara bir yerlere koymuştum" diye yukarılara doğru bakarak bi kitap arayışı var.Kitap da aşağıda bir rafta ve dümdüz o yöne doğru gidiyor zaten:)Kitabın yerini biliyorum ama biraz gizemli olsun havalarında :) 


       Ya araştırma faslı bittikten sonra öğretmenin bu üç çocuk gelmeden değerlendirme kısmına geçmesine ve sonra bir anda farkedip "onlar nerde" diye sormasına ne demeli? Topu topu 9 çocuk var zaten :) Ve yine aynı tavırla çocuklara "büyük ihtimalle çok zorlandınız" derken kadının saçlarını yolmak istedim.O kadar düşünceliysen başka bi konu verseydin ya !  


       Sergi icatlarından çok oyuncaklarıyla yer etti hafızamda malesef.Tabi ki iyi çalışmalara,icatlara da yer verilmişti.Ama diğerlerinin uğrattığı hayal kırıklığıyla tuz-buz olup gitti hepsi gözümde.Bahsedeyim birkaç tanesinden de,abartıyor muyum haklı mıyım siz karar verin.


       Bir tane kol vardı.Açıklamasında "Kolu çevirin,deney tüplerinde kaynayan maddeleri görün " yazıyordu.Çevirdik kolu,ışık yandı 4 sütunda da.Sütunların üst kısımlarında ingilizce Şeker,alkol ,sabun ,parfüm yazıyordu.Alt kısımlarında da renkli ışıklar yanıyordu.Ortada ne deney tüpü görebildik ne kaynayan birşey.Videoya da çekmiştim, defalarca izlememe rağmen göremedim.Orada anlayan ya da gören birine de rastlamadım.O ışıkların el gücüyle yandığını göstermeye çalışıyorlarsa tüptü maddeydi ne gerek vardı bunlara ?



       Yukarıdaki resimdeki tabloda önce bir kelimede ışık yanıyor yine.Sonra -resimde yanmadığı için görünmüyor gerçi- aralardaki küçük ledler artistik bi şekilde yanarak ilerliyor ve karşı taraftaki  telaffuzu ışık yanan kelimenin benzeri olan kelimeye ulaşıyor.Ve sanırım o da yanıyordu.Tabi seslendirme de var.Yalnız anlayamadım ben, Q ile başlayıp "ırmızı" diye devam eden  kelime hangi dile ait acaba? Ve altında Arap harfleriyle yazarken neden "y" harfi eklemişler.O "y", "zı" yı yumuşatıp "zi" gibi bişey yapmaz mı? (kırmızı'nın Arapçası falan değil bu arada ) Birşeyleri birşeylere zoraki uydurup ortaya birşey çıkarmışlar.Bu benzer kelimeleri ayırt edebilen sesli bir düzenekse ve ta ortaçağda icad edilmişse eğer,buna dair gerekli açıklama yoktu.O yüzden gözümde oyuncaktan öteye gidememesini mazur görün lütfen.
       İşte "pes yani" dediğim icat (!)


       Sol alt köşede de okuyabildiğiniz gibi 1'in 1 köşesi, 2'nin 2... köşesi vardır diye bi tez atmışlar ortaya.Daha 2'yi görünce "yok ben bunu kabul etmiyorum,o "z" resmen.Nerde görülmüş 2'nin öyle köşeli olduğu?" diye tepki verdim hemen.Haklı olduğum halde, sırf alışılagelmiş olduğu üzere  sunulanı kabul etmediğim için orada bulunanların ters bakışları da üzerimde toplandı o anda. Hesap makinelerinde bile öyle değil 2,ya da 3...4, 7 ve 9 ise tamamen komedi...


       Bu açıklamaya "suyun özellikleri" başlığını koyan zâtı da ayrıca tebrik etmesem olmazdı.


       Bu da "usturlab"ın tanıtıldığı kısımdan.Usturlab bir astronomi aletiymiş.Gezegen ve yıldızların konumlarını ve namaz saatlerini tespit etmek gibi birçok kullanım alanı varmış.Gerçeğini göremedik ama.Bu kısımda da astrolojiyle ilgili bir oyun koymuşlardı.Halbuki usturlabı görmeyi tercih ederdim.Oyunu oynamadık zaten.

       Serginin beğendiğim kısımlarına gelince ; Ambiyans iyi ayarlanmıştı.Dekorasyon gayet güzeldi.İcatlar hakkında, o icadın mucidi olan şahsın temsili görüntüsü ile onun ağzındanmış gibi videolu bilgilendirme fikri çok hoştu.Ahizelerle isteyenin dinlemesi de öyle.Dekordan da birkaç foto :


       Tavanda Hazerfan Çelebi...





       Ama sanırım serginin yıldızı El-Cezeri'nin "Filli Saat"iydi.



       Sergiyi ayağımıza kadar getirenlere bir şey için teşekkür edebilirim.Başka bir ülkede,ya da başka bi şehirde olduğuyla ilgili bir habere rastlasam (sergi ülke ülke geziyormuş bu arada ) sahiden merak ederdim.Beni merak etmekten kurtardıkları için sağolsunlar.Onun dışında bana pek birşey kattı diyemem.Birçok buluşun islam coğrafyası kökenli olduğunu daha önce de biliyordum zaten.Ve bununla gurur da duyarım.Tarihimle ve dinimle gayet barışık biriyimdir.Müslümanların ya da Osmanlı'nın ilkel toplumlar olarak yaşadıklarını savunan gülünesi gruptan değilim yani.İşte tam da bu yüzden yetersiz buldum sanırım sergiyi.İlkokuldayken gitseydim çok daha fazla hoşuma gidebilirdi mesela:) Ama şuan ışığı yak,kolu çevir,köşeleri hesapla... pek açmadı beni malesef.

19 Ekim 2010 Salı

"O" Gün

        Geçenlerde mutlaka bahsedeceğim dediğim bir gün vardı.Çoktan unutmuştum ki bugün bi arkadaşım hatırlattı ne zaman yazacaksın diye.Şimdi üzerinden 1 ay geçmiş, ama o günü hatırladıkça hala gülme nöbetleri geçirebilirim :) Şaka gibi bir gündü resmen.Ama eğlenceli ve güzeldi.İşte o gün ;

      şuradaki 2010 japon yılı etkinliğine gitmek için sabahtan yola çıktık Lecerem'le. E karşıya geçene kadar anca yetişiriz o saate diye.İlk sürprizi trafik yaptı.Uzun süredir öyle saçma bi trafik görmemiştim.10:30'da Eminönü'nde oluruz diye kararlaştırmıştık ama buluşabildiğimizde saat 11:30'du.İkimiz de trafikte kaldığımız için birbirimizi beklemedik neyse ki.Vapur'la Üsküdar'a geçtik hemen.İskeleden çıktıktan sonra bi sormaya başladık yolu ki hayatımda böyle bir adres bulma vakası yaşamamıştım.Otobüsü bulmak sorun olmadı.Söföre dedik biz Bağlarbaşı Kültür Merkezi'ne gideceğiz.En yakın durakta indirebilir misiniz? Yani bilmiyorsan bilmiyorum dersin biz de başkasına sorarız dimi? Ama yok,illa biliyormuş gibi yapılacak ! Bizi -sonradan öğrendiğimize göre- bir durak geçince indirmiş.Neyse bir durak sorun değil geri yürürüz dedik ve labirent turu başladı.Sorduğumuz yer çok belirgin bir yer olmasına rağmen çoğu kişi bilmiyordu.Bilenlerin ise bildiği muamma.Birine soruyoruz "şurdan sağa dönün.." diye tarif ediyor.Tarif ettiği yere varınca binayı bulamadığımızdan bi daha soruyoruz.Yine şurdan ilerleyin,dönün.." deniliyor.E tamam hadi dönelim diyoruz bulamayınca mecburen bir daha soruyoruz.O da ne,daha karşıdan yeni geçtik bu tarafa şimdi de yine o tarafı tarif ediyorlar.Bu saçmalık baya bi sürdü böyle ve biraz daha yürüsek sahile geri inecektik nerdeyse.


Ben : Biz şimdi u gibi bi tarf mi çizdik,nasıl geldik benim kafam karıştı.
Lacerem : Yok,daha çok küçük b gibi sanırım.Türkçe'de öyle bir harf yok aslında tam olarak...


       O kadar döndük ki geldiğim yoldan geri dönmek istesem bulamazdım büyük ihtimalle.Bu arada "acaba bir şey satın almadığımız için yanlış yolu mu tarif ettiler?" gibi paranoyakça ihtimaller bile geldi aklımıza.Ya da Üsküdar'da sağ ile sol yer değiştirmiş olmalı.Başka bi mantıklı açıklaması yok çünkü.O günden sonra "Üsküdar'da adres sormak yerine navigasyon cihazı almayı tercih ederim" diyecek hale geldim.


       Yol sorarken etkinliğe geç kaldığımızı düşünüyorduk ama kimse toplanamadığından sunum saatini ileri atmışlar "çok şükür" mü desem "malesef" mi desem bilemiyorum :) İçeride küçük küçük birkaç stand açmışlardı.Origami,kıyafet bölümü ve bir de çay ikram etmek için masalar koymuşlardı.Önce origami standlarına uğradık.



Bu süs 1000 parçadan yapılmış.O yukarıdan aşağıya kadar olan şeritler bütün değil herbir renk ayrı bir parça.Sabır işi gerçekten...
       
        
        Hepsi birbirinden şirin, değil mi? Top şeklinde olanlara bayıldım özellikle.Nasıl öyle birleştirmişler o parçaları.Her parçada 2 kağıt kullanılmıştı ama bakarak nasıl yapıldığını anlamak mümkün değil.







      


Ah n'olurdu şu sekizgen olandan bi tane yapabilseydim...Kağıtların desenleri de bi harika.Birkaç tane aldım ordan :) Sağolsunlar bol bol kağıt getirmişler.Acaba var mıdır buralarda da bu kağıtlardan ?



 Mavi olanı Lacerem,Mor olanı ben yaptım.Yapım aşamalarını sırayla gösteren örnekler vardı.Daha önce Müco'yla Prison Break'teki kuğuyu denemiştik ve yapmıştım da,ama orada bunu kolay yapamadım.Standdaki Japon bayan el atmak zorunda kaldı çoğu yerde.Ama sonunda oldu işte.Azıcık bile yamuk katlasan olmuyor.Origami çok dikkat istiyor sahiden.

       

       Sonra kıyafetlerin olduğu standa geçtik.Rengârenk kimonolar,şahane yelpazeler ve bir de çok güzel şemsiye vardı burada da.Lacerem çok ısrar etti ama üzerimde giyip çıkarması çok da rahat olmayan bi tunik olduğu için kimono giyemedim.Şemsiyeyle bi fotoğraf çektireyim dedim ama sıra gelmedi hemen,bekleyemedim.Keşke kimonoyu deneseymişim ya da şemsiye için bekleseymişim dedim mi? Evet kesinlikle dedim :(


       Daha sonra da çay ikram edilen kısma geçtik.Sade yeşil çaydı ama yapılışı bizim yaptığımızdan çok farklıydı.Zaten çay un gibi ince hale getirilmişti.Hazırlayan bayan  üzerine sıcak su ekledi  ve çırparak kıvam verdi bir süre.Tabi köpürdü baya bi.Kıramadık oturduk.İçmesi çok kolay olmadı ama hazırlayan ve ikram eden Japon bayanlar o kadar kibar ve tatlıydılar ki sırf hatırları için o koca kâse ağzına kadar dolu olsa yine hepsini içerdim.Resimli olan Lacerem'in fincanıydı ve gözüm kaldı onda :) Yeşil ve pembe renkte olan şeyler ise şeker.Ama çayın içine atılmıyor,ufak ufak ısırarak tatlandırıcı olarak kullanılıyor anlattıklarına göre.Çayı şekersiz içtiğim için şekerleri kullanmadım.Ama sonra merak edip baktım tadına:) Şekerden çok hani aspartam tarzı tatlandırıcılar olur ya onlara benziyordu tadı.




      Derken sunum vakti geldi ve salona geçtik.Bu günü Nagoya Türk-Japon Derneği düzenlemiş.Açılışı ve sunuculuğu yapan kişi (Türk) öyle kötü bi sunum yaptı ki anlatamam.Yani cümleyi yarım bırakıp,baştan alıp farklı bi şekilde yeniden kurup söylemediği tek bir cümlesi bile yoktu.Yine de sağolsunlar demek istiyorum ta Japonya'dan kalkıp gelmişler.
       Sonra görüntüler eşliğinde bi sunum yapmak üzere başka bi dernek üyesi aldı mikrofonu.Konuşması akıcıydı ama öyle tuhaf şeyler söyledi ki sesli gülmemek için zor tuttuk kendimizi.Mesela çayın Japon kültüründe ne kadar önemli olduğundan bahsederken "bizde de öyledir değil mi 5 çayları falan.." dedi.Ben "nasıl yaaa 5 çayı Avrupalıların alışkanlıklarından biri değil miydi? " diye bi afalladım tabi.Sonra bir düğün fotoğrafını açıklarken "önde rahip ve arkasındaki bayanlar da asistanları,yani rahibeler" demez mi :) Daha neler vardı böyle...
       Sonra biraz Nagoya'daki Türklerin yaşantısından bahsetti.Japonya'da en çok Türk bulunan şehir Nagoya'ymış.Aslında bizim en çok merak ettiğimiz kısım buydu.Çünkü diğer kısımlar hakkında zaten orada işlenenden çok daha fazla bilgi sahibiyiz desem yanlış olmaz.Kendo gösterisi,hat sanatı gösterisi,çay seremonisi..Bunlar temsili diyecek kadar kısaydı.En çok oradaki Türkler ne yapar,nerde çalışır,günlük hayatta hangi konularda zorluk çekerler gibi şeyleri merak ediyorduk ama çok fazla birşey öğrendik sayılmaz.Biraz istatiksel bilgi verdiler tabi.Sonra da derneğin buluşma günlerinden,çiğ köfte partilerinden vs. bir dizi fotoğraf izledik :) Aşağıdaki resim kendo gösterisinden.


       
       Bir de şamisen çaldı bir bayan.Önce aşağıdaki videodaki ağırdan başlayarak gittikçe hızlanan parçayla giriş yaptı.Sonra yerel bir Japon şarkısı ile devam etti.En son da Kâtibim ile bitirdi.O yandaki 4 bayan niye orada ayakta bekliyor diye soracak olursanız;
İşte o yerel şarkıyı çalarken bir iki cümle eşlik ettiler.Sakura sakura diye başlayan bi şarkıydı:) Video çözünürlüğü baya bi kalitesiz oldu upload edince ama seste sorun yok sanırım.


       Herşey iyi güzel bitti.Bizim sunucu "bu güzellikler bu insanlara çok yakışıyor..." diye oldukça yüksek bi sesle bi giriş yapsın mı.Güler misin ağlar mısın modunda kaldık biz öyle.Yani sahnedeki kadın da şaşırmıştır herhalde o tepkiye.Japonlar konuşurken ses tonlarına çok dikkat ederler ve yüksek sesle konuşmazlar diye biliyorum.Sunucu da biliyordur herhalde ama elinde mikrofon olduğunu mu unuttu ne:) Dehşet bi girişti.


       Gösteriler bittikten sonra program da bitti zaten.Bakmayın burada yumuşatarak anlattığıma Lacerem'le aramızda geçen diyaloglar akla zarardı yani:) Yıl sonuna kadar gitmek istediğim birkaç Japon yılı etkinliği daha var.Umarım gidebilirim.


       Kültür merkezinden çıktıktan sonra arkadaş tavsiyesi üzerine bi pasaja uğradık.Tabi yine bilmiyoruz tarifle bulduk.Pasajdan çıktıktan sonra sahile doğru ilerleyeceğime ters yöne gidiyormuşum.Ama dön dolaş derken kafa mı kaldı? Zaten yön kavramım pek gelişmemiş diye hep söylüyorum :( Lacerem bana (O yakada doğduğumu ve çocukluğumun bi kısmını orada geçirdiğimi kastederek ) aynen şöyle dedi :


-Sen de Üsküdar'lı oldun hemen bakıyorum da.Ya da "özüne döndün" mü demeliyim ?


       Buradan sonra tekrar Eminönü'ne geçip Sultanahmet'teki 1001 icat sergisine uğradık.Onu da sonra anlatırım artık.

18 Ekim 2010 Pazartesi

Arıza

-Yoksa eğer niye satmıyorsunuz diye olay çıkaracağım ! (Ben anneme söylüyorum )


- Dilekçe yazsanız daha iyi olmaz mı efendim ? ( O ana kadar görmediğim yan  reyondaki personel )


-Hmm ,hangisi daha çabuk netice verir peki? 


-Ne aramıştınız,yardımcı olayım ?


-Şeyy..hani var ya duvara yapıştırılan..


-Var ondan,işte burda.Bakın bizi mahkemeye vermenize gerek yokmuş :)


       Bu kadar yaygara sadece sıradan bir mutfak askısı içindi evet :) Ama baktığımız kaçıncı ıvır-zıvırcı olduğunu da hesaba katarsanız belki biraz daha akıllı görünebilirim gözünüze hm :) 

14 Ekim 2010 Perşembe

Rinpa Eshidan



       Nette bir şey ararken sadece aradığım şeyle ilgilenmem mümkün değil sanırım.Önüme ilgimi çeken ne gelirse atlıyorum hemen.Bu video siteleri için de böyle.Geçen gün yine kim bilir hangi videoyu izlerken rastladım Rinpa eshidan'a.İzlediğim ilk çalışmalarında "bizim evin tüm duvarlarını gelip boyasalar-çizseler ya" demememin imkanı yoktu.Çocukluğumdan beri hayal ettiğim birşey bu duvar resmi meselesi gerçi,yeni değil.Ama bunların çalışmalarını görünce kaça katladı bu isteğim bilemiyorum.Her yeni müdahalelerinde resmin nasıl değiştiğini gözümü kırpmadan izlerken,bir yandan da resmin eski halinin kaybolduğuna üzülüp durdum.Hele bazen resmi tamamen boyayıp yeniden başlıyorlar ya,o başka bi resme geçiş efektidir herhalde dimi?Yani videoda öyle göstermişlerdir sadece.Diğer türlüsünü kabul edemem  çünkü.
       Çizerken,boyarken nasıl da eğleniyorlar ayrıca.İzleyip de o an eline boya almak istemeyen olabilir mi acaba ? Ben zaten güzel olan her bişeyi istiyorum,bunu istemesem olmazdı :)
       Youtube'da birsürü çalışmaları var.Ben de oradan izlemiştim ilk.Ama herkes giremiyordur direkt,tünelle falan uğraşmayın diye bu videoyu ekliyorum.Yoksa Youtube'da ne harika çalışmaları var daha.Youtube kullanıcı sayfaları işte burada.Kendi sitelerine bakmak isterseniz de şöyle buyrun.  



11 Ekim 2010 Pazartesi

Güneş Krizi

        Eskiden de üzülürdüm yaz biterken.Ama "yaz ne kadar enerjikse,sonbahar-kış da o kadar romantik" der avuturdum kendimi.Üstüme hırkamı çeker,yanıma kahvemi alır Teoman'dan "İstanbul'da sonbahar" ı dinlerken biryandan da kitabımı okurdum bi güzel mesela.Ama yok...Şimdi bunların hiçbirini yapasım yok...
       Hayatımı sanki suyla karbonhidratla vs. idame ettirmiyormuşum da,güneş enerjisiyle çalışıyormuşum gibi hissediyorum resmen. Damarlarımdan kanım çekiliyor,ağlamak istiyorum  durmaksızın ama ne mümkün.Yaza kadar gömün en iyisi siz beni,yaz gelince hala yaşıyorsam çıkartırsınız yeniden  demek istiyorum aileme.
       Sonra kızıp soğuğa inat açıyorum tüm camları sonuna kadar,en ince giysilerimi giyip meydan okumak istiyorum kışa.Hadi ne kadar üşütebiliyorsan üşüt,elinden geleni ardına koyma diye bağırmak istiyorum.Sonra bunun ilahi düzenin bi parçası olduğunu hatırlatıp kendime,vazgeçiyorum...
       Daha başındayken "nasıl biter bu kış" diye düşünürken bir an delireceğimi sanıyorum.İnsanlar böyle böyle deliriyor olmalı.Sahi,var mıdır kış geldi diye deliren?Yoksa bile ben ilk vaka olabilirim.Bencillik hayatta en sevmediğim,en çok midemi bulandıran şeylerden biridir.Ama şuan elimden gelse dönmesini durdurup,dünyanın diğer yarısını karanlığa,soğuğa mahkum edebilecek  kadar bencilce davranabilirim belki de.
       Bugün hava kısa bi süreliğine bile olsa güneşliydi.Sevgilisi haber vermeden terkedip, sonra da aniden geri dönünce şaşırıp kalan insanlar vardır ya,işte aynen öyle hissettim bugün kendimi.Dışarı çıkmak,ya da pencereden bakmak geldikçe içimden,güneş gözlüklerimi takmak istedim "seni görmek istemiyorum" diye.. Hayır kızgınlıktan değil.Onun yokluğuyla olan mücadelemde çok az da olsa yol alabilmişimdir belki diye..Başladığım noktaya geri dönmeyeyim diye...
       İçimde birşeyler parçalanıyor.Nasıl bir can acısıdır bu.Nasıl bir depresif ruh hali.Ruh astımı diye bi hastalık var mıdır acaba?Ne kadar derin nefes alırsam o kadar havasız kalıyorum sanki.Aldığım nefes ciğerlerime ulaşıyor hala hayatta olduğuma göre.Peki ruhuma nasıl ulaştıracağım? Varmı benle birlikte çığlık attığımda polis yada bekçi  gelmeyecek bi ormana gelebilecek olan biri? Nefes alamıyorum,ağlayamıyorum..bi de bağırmayı deneyeyim diyorum.Artık sesimin çıkmadığı zamana kadar...
       Kendinden başka yanında götürecek hiçbir şeyi olmayan,kış gelince sıcak ülkelere giden kuşlara bu kadar özenmemiştim hiç."Herşeyin bir ilki vardır" lafı böyle zamanlar için söylenmiş olmalı.
       Belki de sadece güneşsiz kalmaktan değil bunca acı.Bilmiyorum...Ama güneş olmadan hiçbirşeyle başedemeyecekmişim gibi geliyor şuan.Hayatımdaki herşey -hatta hayatım- güneşe endeksliymiş gibi geliyor.Umarım çabuk atlatabilirim.Umarım atlatabilirim...
       

Philharmoniker Hamburg




       Bayılıyorum böyle değişik fikirlere.Çok eğlenceli bir şey bence.Zamanım olsa da bol bol oynasam.3 değişik mekan var.Lütfen hepsine ayrı ayrı bakın.İşte karşınızda Philharmoniker Hamburg.

9 Ekim 2010 Cumartesi

Haberler...Haberler...Haberler...

       David'i çoğumuz en az bir defa rastlayıp izlemişizdir herhalde.Onun diş operasyonunda verilen anesteziğin  etkisiyle kafayı bulup gözlerini kocaman açarak "Is this real life ?"diye sorgulayışını gülerek izledik evet.Bu tür ünlü olma vakalarının bir şekilde    nakite çevrildiğinin örneklerini daha önce de duyduk ama insan izlerken işin bu kısmını aklına getirmiyor.Gerçi bu çoçuğun bu kadar ünlü olduğundan da haberim yoktu ya.Haber yeni değil ama ben yeni rastladım.Orjinalini okumak isterseniz buraya tık. Bu da kendi web siteleri.İnternetten para kazanmak böyle birşey işte.Network muş,reklam okumakmış falan hikâye :)
                                        *   *    *   *   *   *   *   *
       Bu haberi de yine Saba'yı izlerken yanda editörün seçtiği haberler arasında gördüm.Üniversite açılışında yaptığı konuşmayla başbakanı ve cumhurbaşkanını kendine hayran bırakan üniversitelinin haberini.
       Yaptığı girişle hem üniversitenin reklamını yapması,hem de cumhurbaşkanı,başbakan ve dışişleri bakanının karşısında konuşma yapmanın kendisi için önemini belirtmesi gayet başarılıydı.(Başarılı bulduğum tek kısım da buydu zaten )
       Ama aynı şeyi Youtube ve Vimeo yasaklarına yaptığı gönderme için söyleyemeyeceğim.Yasaklı sitelere tünel-proxy vasıtasıyla ya da DNS ayarlarını değiştirerek kolaylıkla girilebileceğini bilmeyen mi kaldı artık? Eğer illa mesaj vermek istiyorsa bunu başka bir şekilde yapmalıydı.Hem ev ödevini yapmadan okula gelen çocuklar gibi konuşmasının iyi olmamasıyla ilgili bahaneler öne sürmesi de hiç şık durmuyor.Konuşmasının yeterince iyi olmadığına kendisinin vurgu yapması yanlış bir tutum bence.İyi olmadığını düşünüyorsan çıkmazsın oraya yani.Eğer orda amaç "aslında çok daha iyiyimdir de..." demekse de çok amatörce.


       İşin protokol kısmına gelince;
   Öncelikle açılışlarına hem cumhurbaşkanının,hem başbakanın,hem de dışişleri bakanının geldiğini göz önünde bulundurursak sahiden çok "özel" bir üniversite olmalı.Bunun dışında  başbakanın ve cumhurbaşkanının konuşmacı arkadaşın özgüvenine bu kadar şaşırmalarını da pek bi garipsedim.Nedir yani, çıkıp "çok heyecanlandım karşınızda konuşmaktan" falan deyip kem küm etse daha mı normal olurdu? (duruma bakılırsa zaten heyecanlanmış,o da ayrı)Aslında haber bültenlerinde başbakanımızı halkın içinde de görüyoruz çoğu kez.Bilmesi lâzımdı yeni neslin özgüveninin tavan yapmış durumda olduğunu.Abartmıyorum benim 13 yaşındaki kardeşimde bile var oraya çıkıp konuşma yapacak kadar özgüven.İmkan bulsa çıkıp karşınızda ne konuşmalar yapacak birsürü genç var bu ülkede.Karşısında sahiden ceket - kravat çıkartılacak konuşmalar yapabilecek gençler...





                                        *   *    *   *   *   *   *   *
       Son olarak Yeni Aktüel'in "Kadınlar neden façalı erkek sever?" başlıklı haberinden bahsedeceğim. Ben Günaydın'da okumuştum gerçi."Façalı erkek kadınını korur " diye başlık atmışlar onlar da.
       Kıvanç'ın yeni rolü için girdiği kılığı görünce (Nino'nun Ooku'daki saçlarını gördüğümdeki kadar olmasa da )"hiiiii n'olmuş sana böyle" diye irkildim önce bi. Fotoğrafını da ekleyeyim buraya dedim ama içim elvermedi.Neyse,habere dönersek; Yeni Aktüel dergisi kadınlara neden yaralı yüzlü erkekleri çekici bulduklarını sormuş.Cevaplardan birkaçı da şöyle:


       Ekin Türkmen : Yara izi olan bir erkek;cesur,korkusuz,gözü kara,kadını kollayan bir izlenim yaratıyor.Sert,güçlü,yürekli adam karakteri çekici geliyor.
       Özlem Tekin : İlker çağlardan beri yüzünde yara olan erkek savaşmış ve kazanmış demektir.Kadınlar da savaşçı erkekleri sever.Bence bunun sebebi bu.
       Şebnem Bozoklu : Genelde benzeri olmayan ve alışılmamış herşey güzeldir.Şahsen ben de farklı birşey varsa ona bakarım.Normal düzgün adam sıradan gelebilir.Façası olan bir erkek benzersizdir.Ve bu onu farklı kılar.


      Kıvanç'ın yeni halini beğenmedim ama beğenen beğenir gayet tabii.Ama bi façaya bakarak  bi adamı neredeyse kahraman ya da tarz sahibi yapmak da herkesin harcı değil :)Yani ne malum o yarayı cesaretli olduğu için girdiği bir durumda aldığı? Öyle  ya,biri gelip çizittirivermiş,o da öylece gıkını çıkartmadan kalakalmış olamaz mı? Hadi diyelim sahiden savaşçı bi ruhu var,savaşırken aldı darbeyi.Her savaşan haklı olduğu için,ya da iyiyi koruduğu için mi savaşıyor?Nerden biliyorsun savaşın aptal bi çete dalaşması olmadığı? Sonra savaşta sadece yenen taraf mı darbe alıyor? Yenilenlerin hepsi ölüyor mudur nedir? 
       Belki de o faça hiç de öyle kavgada-savaşta olmadı.Çocukluğunda durduğu yerde durmayan yaramaz bi çocuktu da bi yerden düştü de öyle kaldı o iz.Ya da yaramaz bile değildi,biri itti öyle düştü.Ya da sadece ayağı takıldı düştü...Veya çok özeniyodu façalılara gitti biyerde yaptırdı :)
       Son yorumdaki "normal adam sıradan gelebilir"  başlı başına bi konu zaten.Malesef normal adamlar sıradan olarak nitelendiriliyor artık.Halbuki normal olmak sahiden zor günümüzde.Şahsen ben toplumun normlarına göre düşünmeyi,davranmayı çoğu kez beceremiyorum.Sonra da "herşeye muhalefet"e çıkıyor adım :) Hem adamın normal olup olmadığına façasına veya başka fiziki özelliklerine göre karar vereceksek yandık o zaman.
       En önemlisi façalı erkek kadınını nasıl & nelerden korur?

  • sağlığına zararlı olduğunu söyleyerek içtiği sigaradan mı?
  • sürekli karşıdan karşıya geçerken ya da araba kullanırken dikkatli olmasını hatırlatarak trafik canavarlarından mı?
  • tüm kozmetik ihtiyaçlarına ve hatta isterse estetik ameliyatlarına sponsor olup,bunların yetmediği yerde ölümsüzlüğün recetesini keşfedip yaşlanmaktan mı?
  • ya da gece yatmadan önce ballı sütünü içirip, küçük kalmaktan;ne bileyim,elinde nano uv temizleyiciyle gezip bulunduğu her mekanı,dokunduğu herşeyi dezenfekte edip mikroplardan mı korur?
  • yoksa "diğer" façalılardan mı?

        Böylesini filmlerde bile bulamazsınız,hiç aramayın.(Aklıma Mei-chan'ın kâhyası geldi:) O bile bi defasında Mei'yi koruyamamıştı da kahrından ölecekti nerdeyse zavallım.) Hadi var diyelim böyle bi erkek bu illa façalı mı olmalıdır,façası olmasa olmaz mı ?


       Hem nedendir bu sürekli korunma isteği anlamadım ki.Yani kimse kimseye 7/24
korumalık yapamaz di mi? Bir yerde başınızın çaresine bakmak zorundasınız.Biraz özgüven lütfen ! Zaten hayat yeterince zor,yetmiyormuş gibi erkeğe ekstradan size ebeveyn olma yükümlülüğü getirmek niye ? Diyeceksiniz ki herkesin rolleri var ama bu böyle.Evet birbirini eksik kaldığı yerde desteklemek güzel tabi.Ama hani her iki taraf da mümkün olduğu kadar güçlü olmalı bence.Ya korunmaya gelince "kırmızı başlıklı kız",ama kararlarınıza,fikirlerinize saygı duyulması mevzuuna gelince "özgür kız" olma çifte standardınıza ne demeli ?Yine fena dağıttım bak...
       Daha spesifik ele alırsak.(Allah korusun )Yanınızda bi erkekle birlikte bi saldırıya uğradınız diyelim.Mantıklı olarak bakarsanız;o erkeğin sizi koruyamaması ihtimali de koruması ihtimali kadar gerçekçi malesef.Koruyamayan erkek yürekli değildir kanısına varmak çok cahilâne değil mi?Yani bi silahlı magandaya (daha kötüsü maganda grubuna ) rastladığın zaman öyle façanın  falan hikâye olacağını haber bültenlerinde görmediniz mi hiç ?Hm? Yoksa sizin façalınızda da mı var silah?Böyle bir toplum mu olalım gittikçe?Hem sadece façalı ya da kallavi tipte erkeklerin savunması mı iyidir? Güzelim dövüş sanatlarını bilenlerin hepsi öyle tipler midir? Façalı erkekler yenilmezliğin patentini mi almışlardır yoksa?


       Neresinden bakarsam bakayım,"façalı erkek korur " önermesi her yanından döküldü,elimde kaldı :) Ama en çok takıldığım mesele ne biliyor musunuz? Ben fena halde sıkıldım insanların böyle yüzeysel özellikleriyle kategorize edilip değerlendirilmesinden,bu şekilcilikten ! Bu bugün façalı erkek olur,yarın başka bişey.Ama mantık hep aynı.Sahi ne zaman öğreneceğiz birbirimizin dışını geçip içindekileri de görebilmeyi ? Bunun için çaba harcıyor muyuz en azından? Bu yüzeyselliği aşmanın insan olabilmek için gerekliliğine inanıyor muyuz ...
       Olaya sadece o tür erkeklerin kadınlara çekici gelmesi olarak bakarsak gayet masumâne.Burda dergiye de sözüm yok.Onlar da işlerini yapmışlar,var olan bi durumu mercek altına almışlar.Bize lazım olan şey durup bi özeleştiri yapmak bence.Kriterlerimiz bu kadar basit mi diye...

8 Ekim 2010 Cuma

Kırık



       Benim için uzun sayılabilecek bir zaman aralığında hiç birşeye kırılmadığımdan neredeyse unutmuştum bu duyguyu.Onca soruna rağmen hiç birşeyin beni kırmasına izin vermediğim için artık oldukça güçlü olduğumu düşünüyordum hatta. (En son  burada kırıldığımı hatırlıyorum.) Ta ki bu gün çok çok saçma birşey için kırılana kadar...

       İnsan psikolojisinin işleyişi çok tuhaf sahiden.En vurucu darbeleri bile bir iki hamleyle savuşturabilirken,gel de hafif bi rüzgar karşısında yamul ! Yukarıdaki fotoğrafı kırıldım.com'dan derledim bu arada.

6 Ekim 2010 Çarşamba

Windows Live Space & Wordpress Anlaşması



       Yazmaya windows live'de başlamıştım.Sonra orada çok sorun çıkmaya başlayınca Blogger ile devam etmeye karar verdim.Ama oradaki yazıları buraya taşımakla uğraşamadığım için orada kaldılar.Geçen gün bir sebepten dolayı oradaki alanıma uğradığımda da windows live'in wordpress'le olan anlaşması haberi karşıladı beni.Windowslive'de "yazmasam da bakmasam da o blog benim blogumdur" dediği bir alanı olan arkadaşlara da ileteyim.Eğer blogunuzu 11 Mart'a kadar Wordpress'e taşımazsanız oradaki alanınız otomatik olarak silinecekmiş.


       Ben şuraya taşıdım alanımı.5 dakika bile sürmedi üstelik.Blogger'a geçme aşamasında kararsız kalmıştım Wordpress mi olsun Blogger mı olsun yoksa ücretli bir alan mı satın alsam diye.Ücretli alanların hangisi iyidir anlamadığımdan,Wordpress'in detaylarıyla uğraşamadığımdan, sonunda Blogger'da karar kılmıştım.Gayet memnunum da.Son zamanlarda Chrome'da yaşadığım fotoğraf yükleme ve önizleme sorunlarını saymazsak...


       Ama hani eğer bu sorunlar devam ederse bir alternatifin hazır olması da iyi oldu yani.(Blogger'a duyurulur :) )Geç oldu ama Windowslive sonunda iyi birşey yapmış gibi.Ya da yapmaya üşenip işi bilene devretmiş desem daha doğru olur galiba :)


       Meraklısı için not : Kuhinur Nesli'ciğimin posta hesabı adıydı ilk.Ondan duydum.Değerli bir taş adı demişti.şurada ayrıntı mevcut.Sonra Nesli o hesabı kullanmayınca ben de kendime bu hesabı açmıştım çok hoşuma gittiği ve ismimden de bir parça taşıdığı için.Wordpress'e taşırken de öyle kaldı.

Kutlu Olsun


       Bugün İstanbul'un kurtuluşunun 87. yıldönümüydü.Dile kolay, 5 yıl süren işgalin bitmesi ne büyük bir sevinçtir.İşgal yıllarının dehşetiniyse çok kısa düşünmek bile tüylerimi diken diken ediyor.


       Bu şehirde doğduğum ve yaşadığım için kendimi herzaman çok şanslı hissetmişimdir.Gerçi herkes için doğduğu ya da yaşadığı yer çok kıymetlidir ya.Küçükken İstanbul'da yaşamadığımı,sadece arada bir misafir olarak geldiğimi düşünüp İstanbul halkını ve haberlerin en çok İstanbul'dan bahsetmesi gibi birsürü şeyi düşünüp ciddi ciddi kıskanırdım.Sonra da hep bu şehirde yaşıyor olmak için dua ederdim.


     Şimdilerde başka bir şehir daha var gerçi rüyalarıma giren, buradan üzerine güneşin doğuşunu & batışını izleyip oradan duyduğum bir çocuk sesiyle bile mutlu olduğum,sabah uyanır uyanmaz atlası açıp ülkemle aynı karede görmekle bile avunduğum...Çok çok yaşlanmış olsam bile mutlaka bir gün gideceğim (inşallah) dediğim...


       Ama biliyorum ki  dünyanın neresine gidersem gideyim,dönüp dolaşıp gelmek istediğim,içindeyken bile özlediğim yer İstanbul olacak hep.Tüm zorluklarına rağmen burada olmaktan,yaşadıkça başka başka yerlerini keşfetmekten,ya da bildiğim sokaklarını caddelerini defalarca geçmekten,bol nemli de olsa havasını solumaktan duyduğum mutluluk kelimelere sığdırabileceğim türden değil.


      Yazının başına arşivimden bir resim koyayım dedim ama birini koysam diğerine haksızlık ettiğimi düşünüp vazgeçtim.Sonra bunu buldum,çok hoşuma gitti koydum :)



3 Ekim 2010 Pazar

İşte Öyle Bir Gün

       Bir gün de yazıma "bugün şöyle birşey oldu " diye başlamak istiyorum ama o gün bugün değil malesef.Hem gezip hem aynı gün bahsedecek kadar yetenekli değilim görülen o ki.Yazmaya başlayınca kısa kesemeyeceğimi çok iyi bildiğimden hep bir ertelemedir gidiyor.


       Dün yine işsizliğimin çok değerli günlerinde(!)yken hala,istanbul sokaklarına atalım kendimizi dedik Lacerem'le.
  Günün ilk abukluğu :


       Giderken bindiğim İETT otobüsünde içerisi çok havasız olduğundan hemen önümdeki camı açayım dedim.Yanımdaki kadın "açılmıyo ben çok uğraştım" dedi hemen.Bazen tamamen gereksizce  kendimden çok başkalarını düşündüğüm anlar vardır.İşte öyle bir andı bu da.O camı istersem açabileceğimi bildiğim halde sırf o kadın "ben açamadım da o nasıl açtı" diye kompleks yapmasın diye denemekten vazgeçtim.Kendini beğenmişlik olarak algılanmasın.Daha önce birkaç kez bu senaryoyu yaşadığım için iyi biliyorum.


      Aradan birkaç dakika geçti.Bu yanımdaki gayet kibar bir şekilde bana camı açamadığını söyleyen kadının telefonu çaldı."Hayatım,canım" diye başlayan diyaloğun "bak asabımı bozma ağzını burnunu kırarım senin" e dönmesi çok uzun sürmedi.Hayır hayır toplum içinde bu şekilde konuşması değildi bu sefer takıldığım.Evet bu da benim tasvip ettiğim birşey değil ama insanlar farklı farklı işte ne yaparsın dedim geçtim.Kadının kabalığını yadırgamadım pek bu defa.Neyse bu konuşma bir süre daha devam etti böyle vurdulu kırdılı.Otobüstekiler "cık,cık" edip belli belirsiz söylenmeye başladılar falan.Ben de kadına :


" Ya sen az önce otobüsün camını bile açamadın.(bu arada cam sahiden çok sıkışmıştı o ayrı ) Nasıl becereceksin söyler misin adamın ağzını burnunu dağıtmayı ? Sen ağzını burnunu dağıtırken,sesi 90 desibel şiddetinde buraya kadar gelen  o adamın eli armut mu toplayacak acaba? "


   demek istedim.Saçma ama istedim.İsteyen istediğine istediği kadar saçma cümleler kullanabilir.Muhatabı ben olmadığım sürece beni de ilgilendirmez biliyorum.Ama duyduklarına kayıtsız kalmak mümkün olmuyor işte.Kimse kimsenin münakaşasını dinlemek zorunda kalmasa güzel olur tabi.Ama İstanbul gibi biryerde toplu taşıma araçlarını kullanıyorsanız her türlü  acayipliği baştan kabul etmiş-ya da etmek zorunda kalmış- oluyorsunuz zaten.

  • Ekstra hoşgörülü olmak
  • Ekstra güçlü sinirlere sahip olmak
  • Hayrete düşme eşiğini yüksek tutmak
  • Zorunluluk haline gelmediği sürece iyi niyetle de olsa kimsenin işine katiyyen burnunu sokmamak

   profesyonel bir İstanbullunun sahip olması gereken donanımlardan sadece birkaçı.Yukarıda bahsettiğim gibi durumlarda kendime bunları hatırlatıp susabiliyorum.Yoksa o benim kulağımın dibinde bağıra bağıra özel meseleleriyle ilgili konuşabiliyorsa,ben de onunla ilgili içsel konuşmalarımı onun duyabileceği şekilde yapabilirim pekala :) Sonra da evlere şenlik bi muhabbet devam eder gider aramızda !
      Burdan kendime çıkardığım ders : Toplu taşımada kulaklıkları takıp müziğin sesini de hafif yüksek tutarak yolculuk etmek en iyisiymiş :)


                                             *    *     *    *     *    *


       Planımıza göre Karaköy'de buluşup Lacerem'in akbil değişim işini halledecek,oradan Eminönü'nde biraz kıyafet bakıp Taksim'e geçecektik.İndirimli kart kuyruğu 1000'in üzerinde olduğu için o iş kaldı.Seviyoruz her işi son 3 güne bırakıp kuyrukta beklemeyi millet olarak..Netten de başvuru yapılabildiği için beklemedik bu defa gerçi.Bekleyenler teslim için bekliyor olsa gerek.Herneyse...




       Sultanahmet'te etkinlik olmadığı bi' zaman yok malûm.Bu defa da Bâb-ı Ali Şenliğine denk geldik.Bu yıl üçüncüsüymüş.Daha önce de duymuştum ama rastlamamıştım hiç.Gayet güzel oluyormuş.Hemen hemen bütün gazeteler,bazı tv kanalları,radyo kanalları,hatta bazı yerel gazeteler, çeşitli yayınevleri stand açmışlardı.Memleketimden Karaelmas Gazeteciler Derneği de gelmişti.Böyle taşkömürünün işlenmemiş halini falan da koymuşlardı.Biraz komik geldi, basın şenliğiyle ne alakası var dedim ama tanıtım tanıtımdır diye düşünmüşler herhalde.Gazeteler o günün gazetesini ekleriyle birlikte ücretsiz dağıtıyorlardı.Bir tane dernekti yanılmıyorsam (kalabalıktan adı sanı görünmüyordu ) çay & simit dağıtıyordu.Beşiktaş belediyesinin de standı vardı.Beşiktaş rehberi (içinde harita da var ),Beşiktaş yaşam rehberi kitapçığı ve belediyenin aylık dergilerini yine ücretsiz olarak isteyenlere veriyorlardı.
       Yalnız çoğu gazete ya da kurumun standındaki görevliler "bedava olunca nasıl da alıyorlar bak " modundaydı.Haksız değiller elbette.Ama hani bedava diye bile olsa okumak için alıyorlarsa eğer bu bile bi gelişmedir bence.Ben gazeyete,dergiye yada kitaba gelince parasına kıyamayanlardan olmadığım için hiç üstüme alınmadım ve hepsinden de birer tane aldım :)
       Bir sürü yayınevinin standında kitaplara uzun uzun baktım ama kitap alma modunda değildim hiç.Sadece,çocuk edebiyatı üzerine yayın yapan Bu yayınevi'nden "Yazar olmak isteyen çocuk /K.Çetin Köyoğlu " kitabını aldım.Kitapta 3 ayrı hikâye var.Hepsinin sonunda çocuğun hikâyeyi devam ettirmesi için boş sayfalar ayrılmış."Okuyacağınız öyküleri bitmiş olarak düşünmek zorunda değilsiniz " demiş yazar.Çok hoşuma gitti.Henüz bu kitabı hediye edebileceğim bir çocuk yok çevremde.Tanıştığım ilk yazar olmak isteyen çocuğa hediye etmek üzere bir köşeye kaldırdım.
    


                                             *    *     *    *     *    *

       1001 icat sergisi de duruyordu hala Sultanahmet meydanında.Girmedik tabi ki.Bundan bir ara mutlaka bahsetmeliyim :) İçerdeki stantlardan birini kamyona yüklemişlerdi her nedense.Lacerem'in tepkisi :  
- Dışarı icat çıkarmışlar.

       Sonra kendisi de farketti hemen kurduğu cümlenin komikliğini.Kitapçılarda o kadar oyalanınca,üstüne bir de elimizdeki gazete,dergi,kitaplarla Taksim'e gitmek çok da kolay olmayacağı için Taksim'den vazgeçip Yerebatan Sarnıcı'na gittik.Zaten Lacerem'le birlikteyken plana sadık kalmamız pek mümkün olmuyor ne hikmetse.Bir defasında Mecidiyeköy'de bir yerde tatlı yemek için karşıdan karşıya geçecekken önümüzden geçen Eminönü otobüsüne atlamışlığımız bile var.   



       Daha çok şey var.Uykum mesela..O yüzden burada kesiyorum.Ayrıca sonuna kadar okuyanınız varsa teşekkür ediyorum :) 


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...