Haritanın En Ücrâ Köşesi...

...Masidherya diye bir yer

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Sergilere Devam

        Aslında söyleyecek çok şey vardı.Ama şu günlerde bir türlü zamanım olmuyor yazmaya.Zaten resimler benden çok daha iyi anlatıyor.En iyisi biraz resim ekleyeyim dedim sonunda.


        Düşlerin kenti : İstanbul 'dan ;



   En çok beğendiklerimden biri buydu.Oldukça soluk çıkmış gerçi:( Tophane'de bir kahve oturması... Sanki biraz daha dikkatli baksam seslerini bile duyabilecekmişim gibi hissettirdi bu resim bana :)












  
       Kütahya Çini ve Seramikleri sergisinden...






























        Bunlara "gülabdan" deniliyormuş.Eskiden ev içlerine güzel koksun diye bu gülabdanlar ile gülsuyu serperlermiş.


        Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri sergisinden...



























        Özellikle de buna bayıldım.Bi tane de benim olsa böyle bi tartım setim ne güzel olurdu demeden edemedim:)
       Sergide büyüklü küçüklü o kadar çok parça vardı ki..Bu koleksiyonun toplanmasına 1980'lerde başlanmış.Bugün 8000 den fazla obje bulunuyormuş.Denizcilik,mimarlık,eczacılık ve kuyumculuk gibi alanlarda kullanılmış birsürü ağırlık,uzunluk,hacim ölçüsü...Malzeme olarak da çok çeşit vardı.Taş,cam,metal,ahşap,deniz kabukları...Bazıları da çeşitli minyatür şekillerden yapılmıştı.Çok güzeldiler.Küçük olanların iyi resmini çekemedim malesef :(
       Bu üç sergi de koleksiyon sergi ve süresiz olarak Pera müzesi'ndeler.Müzede olmak zamanda yolculuk yapmanın bi çeşidi kesinlikle.Bir günde bu kadar çok sergi gezdikten sonra eve geldiğimde sahiden başka bi dünyadan ya da zamandan gelmiş gibiydim :)
  
       Zamanda yolculuk demişken,şunu da anlatayım bari;

      Lacerem'le ne zaman bi'yerlere gitsek sonunda mutlaka Eminönü tarafına geçmeden edemez olduk nedense:) Sergiden sonra da iftarımızı Sultanahmet'te yapalım dedik.Benim için İstanbul demek Eminönü-Sultanahmet-Beyazıt demek neredeyse zaten.Neyse,Laceremciğime dedim ki: "Bi'gün senle yine buralarda bi'yerde gezerken zaman çukuruna düşsek ne güzel olur dimi,zaten tarihî mekân her yer.." Gerçekten de isterdim böyle bir deneyim yaşamak.Lacerem bana ters bi bakış attı önce gerçi:)
      Sonra evime dönerken her zaman kullandığım İETT hattı ile değil de,yine evimin yakınından aynı yoldan geçen başka bir hattın otobüsü ile geldim.Otobüs ama ne otobüs:) Nasıl eski model,nerden kalmış o öyle anlamadım.Hani ikişerli koltuklu olanlardan da değil,uzunlamasına sadece kenarlarda üçlü deri koltuk olan bi' otobüstü.Çıkardığı ses dolayısıyla çok hızlı gidiyormuş gibi hissettiriyordu ayrıca."İnecek var" ışıklı tabelasını bile çok sonra görebildim.Hepsinde olan yerde değildi.Hiç kimsede çıt yok...Üstüne bir de bi' sonraki duraktan eski zamanlarda giyilen takım elbiselerden giymiş bi kız binmez mi:) Bir an "zaman çukuruna mı düştüm sahiden,ama ben Lacerem yanımdayken istemiştim..."diye düşünmeye başladım ciddi ciddi :) Sonra hatırladım,zaman çukurlarına düşen insanlar hiç ses duymazlarmış.Oysa ben otobüsün o dehşet sesini duymak istemediğim kadar çok duyuyordum:) Lacerem'e anlatsam bi güzel dalga geçerdi,okuyunca geçer artık :)
       Çoook ama çok güzel bir gündü...

24 Ağustos 2010 Salı

Japonya Medya Sanatları Festivali



         Ikuo Hirayama'nın resim sergisinden çıktıktan  sonra yine Pera müzesi'nde sergilenen, Türkiye'de Japon yılı etkinlikleri kapsamındaki "Japonya medya sanatları festivali"ne gittik.Bu yıl 14.sü düzenlenen festival,her yıl farklı bir şehirde sergileniyormuş.Ve Türkiye'de ilk kez de İstanbul'da sergilenmiş ne güzel ki:) Anlatmaya nerden başlayayım,hangi birini anlatayım bilemiyorum.Sergiyi gezerken de kısa da olsa bi kararsızlık süresi geçirmiştik,gezmeye nerden başlayalım diye :)
        Sergi "anlatıcı akıl" ve "yaratıcı akıl" olmak üzere,temelde 2 ayrı kısımdan oluşuyor.Neyse çok fazla teknik bilgiye gerek yok.Sergide sanat,eğlence,manga,animasyon ve kısa filmler,ne ararsan var.İlk önce oyunların olduğu bölümü gezdik.İlk dikkatimi çeken şey,koku sensörleri sayesinde,uçuşan kelebekler eşliğinde rengârenk çiçekler açan "hanahanahana" idi.Gördüğünde insana "yaaa bundan bi tane de ben istiyoruuuum" dedirtecek kadar şeker birşey.Kısa bir videosunu ekleyeyim dedim,blogger videodan o kadar uğraşmama rağmen ekleyemedim !!!Dailymotion'a üye olup eklemem ise toplamda 5 dakikamı aldı.
                     

         Çiçeklerin  açtığı noktalardaki beyaz kısımlarda koku sensörleri var.Küçük küçük kâğıtlar hazırlamışlar,ve yine çok şirin şişelerde parfümler vardı.Kâğıda bir kez parfümden sıkıp sensörlere tutuyorsun,kokuya göre değişik renklerde ve şekillerde çiçek şekilleri oluşuyor duvarda.Üretici firma Plaplax.Ama ürün piyasada satılıyor mu acaba,sahiden çok merak ettim.


       Aşağıda çalmaya çalıştığım şey ise Yamaha firmasına ait (tasarımcısı Toshio Iwai imiş)
Tenori-on.İlk gördüğümde oyuncak sanmıştım ama enstrümanmış:)  Çalışma prensibini çok fazla anlamasam da biraz uğraşınca çok güzel melodiler çıkarmak mümkün.Videoda ses çıkmıyor çünkü kulaklık takılı.Ve bu videoda çalmaktan çok oynuyorum anlaşılacağı üzere:) Hareket halindeki yanan kutucuğu yakalamaya çalıştım belki işleyişiyle alakası vardır diye.Ama yoktu sanırım.Yanımdaki Lacerem;ve "böyle yapınca çok saçma görünüyo" diye yüzüme vuruyor :( Türkçe açıklaması ya da bize anlatacak bi görevli yoktu malesef.
    

         Bu kısımda Nintendo'nun Naruto ve Mario Bross gibi birsürü oyun konsolu vardı.Evet evet oynamak için:) Oynadıkta biraz ama tenori-on kadar bile beceremedim şahsen:( 
       Bir diğer şaşırtıcı şey de kesinikle Morfo kule'ydi.Kule kısmı geçirgen bir maddeden yapılmış olmalı.Koyu renk organik sıvı kuleden dışarı sivri uçlu şekiller halinde çıkarken de jölemsi bi kıvama geliyor sanırım ki öyle şekil alabilsin.Çok kısa bi süre öyle kaldıktan sonra  tekrar eriyip dökülüyor zaten.
    

       Ve Başka bir müzik aleti daha! Bunun adı da "Bilye Çanı".Aynı büyüklükte metal bilyelerin cam basamaklarda (ki tuş yerine geçiyor bu basamaklar) sekmesi şeklinde çalışıyor.Bilyeler sonunda her basamağın önündeki yerinden tekrar içeri gidiyor ve oradan merdiven sistemiyle tekrar yukarı çıkıp basamaklara düşmek için hazır hale geliyormuş. Çalacak olan melodi önceden ayarlanmayıp her defasında farklı oluyor.Bi butona basarak başlatılıyor ve bizim şansımıza bilyeler düşmek için adeta nazlandılar:)Sonra biz diğer kısımları gezerken bi başkası için çalan melodi öyle muhteşemdi ki..Şans işte!
    


     Bu enstrümanın adı da otamatone.Çıkan ses mi daha enteresan yoksa şekli mi karar veremedim ama çok şirin bişey:)Çalması da gayet kolaydı.Japonya'da bunu oyuncak diye satıyorlarmış ve şu aralar çok satılıyormuş:)




        Resimleyemediğim o kadar çok şey var ki...Camgöz vardı mesela,teleskop gibi şekli var.Bununla panoromik bi manzarayı izleyebiliyorsun.Sen pozisyonunu değiştirdikçe görüntünün açısı da değişiyor.Bir de adını hatırlayamıyorum, birşey daha vardı ki muhteşemdi.Karanlık bi odada bir düzenek var daire şeklinde bir alan.Ortada durup düzeneği yönetme kısmından hareket ettirdikçe çevrende yıldızlar mı uçuşuyo dersin,güneş mi bulutlar mı...Sen çevirdikçe değişiyor.Çok güzeldi çook...Bu tasarımların hepsi bir yada birkaç ödül almış tabi.
       
        Diğer kısımda ise anime ve mangaların yapım aşamaları anlatılıyordu resimlerle.Orjinal manga çizimleri,taslakları,illustrasyon çalışmaları vs..İşte onlardan birkaç kare;









  




         Okumak için birbirinden güzel birsürü manga da vardı.Ama dili İngilizce ya da Japonca tabiki...İnşallah birgün Türkçe mangaların basıldığını da görürüz.











           Kısa filmlerden bahsetmeden olmaz tabiki de.Festival kapsamında 11. ,12. ve 13.Japonya medya festivallerinde gösterilmiş olan kısa filmler de gösteriliyor.Biz 11. ve 12.sini izledik.İlk oturum Issey Miyake - A-poc inside ile başladı.Başta ön sunum zannediyorsunuz,gayet güzeldi.2.film olan "electric life line" (Shogo Kosakai) ise süperdi bence.Netten bulup izleyin bence.Sonra Winning Eleven adlı bi firmanın tv reklamları serisi vardı çok beğendiklerim arasında.Türkçe altyazısı yoktu gerçi ama kulak aşinalığından falan anladık kısmen de olsa.Çok komik ve güzeldiler.Ushi-nichi, piyano , 49 ,bay bulut ve bay yağmur da beğendiklerimden aklımda kalan diğer kısa filmler.Bir de aynı yerin görüntülerinin farklı zamanlarda çekilmesiyle ilgili vardı ama hatırlayamadım adını,o da çok güzeldi..
       İkinci oturum da Berlin'de çekilmiş bi kısa filmle başladı.Oradaki mekânlar falan çok tanıdık geldi bana,o hissi çok iyi veriyor izleyiciye bence.Ama konusu bu değildi.Döşeme tahtaları şehirde gezerek yatay,dikey farklı şekiller çizerek ilerleyişi...Bir de Kudan adlı bi film vardı ki..Çok enteresan ve etkileyiciydi.Adam çocuğunu dinlemiyor ve başka bişeyle ilgileniyor.Kapı çalar,kapının önünde bi paket vardır.Adam paketin içinden çıkan şey aracılığıyla farklı bi boyuta geçer.Ama içinde yaşadığımız dünyayla bağlantılı bi boyut,bağımsız değil..Gerçekten çok farklıydı.
     Çevre kirliliğiyle ve bu konudaki sorumsuzluğumuzla ilgili olan Carbon Footprint,Rüyalar,Tüneldeki Adam ve Samuray İş Adamları beğendiklerimden aklımda kalan diğerleri...13. festival kısa filmlerini de bi dahaki sefere izleriz artık :)
      
     Festivalde eylülden itibaren anime gösterimleri de olacakmış.Gösterilecek animelerin listesine buradan bakabilirsiniz.Anime gösterimleri de 3 Ekim'e kadar devam edecekmiş.

       İstanbul'da oturuyorsanız, yada bu tarihler arasında İstanbul'a gelme imkânınız varsa Pera Müzesi'ne uğrayıp hem Japon medya sanatları festivaline,hem de Ikuo Hirayama resim sergisine bir uğrayın derim...

     Müzedeki 2 farklı sergiye daha gittik..Ama onları da sonra yazarım artık:)

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Ikuo Hirayama : Türkiye,Doğu'yla Batı Arasında Bir Kültür Kavşağı



        Kpss'ye çalışmaktan fena halde sıkıldığım bi' anda hep daha sonra giderim diye ertelediğim "2010 Türkiye'de japon yılı" etkinliklerini hatırladım.Öyle de isabetli bi zamanda hatırlamışım ki,bu sergi sonrası ne sıkıntı kaldı,ne stres.
        Türkiye,Doğu'yla Batı arasında bir kültür kavşağı (Kapadokya) sergiye de adını veren yukarıdaki muhteşem Ikuo Hirayama tablosunun adı.Ikuo Hirayama eserlerinde çoğunlukla,uğruna savaşların bile yapıldığı efsanevî İpekyolu'nu konu edinmiş.Sanatçı,İpekyolu'na yaptığı seyahatlerde defalarca Türkiye'ye de uğramış.Ve İpekyolu hakkında şöyle demiş:
       " Benim için nedir İpekyolu? Tek söyleyebileceğim şu ki bugün hâlâ sanki onun görünmez ipiyle çekiliyormuşum gibi İpekyolu'nu gezmeye devam ediyorum"
         Bazı mekânlar insanı sahiden bir şekilde çeker kendine.Dönüp dolaşıp (ruhen de olsa) orada bulursunuz kendinizi.Sizi bilmem ama bu duygu öyle çok tanıdık ki bana...Sanırım bu yüzden çok etkilendim sözlerinden.Ikuo Hirayama şöyle anlatmış ipekyolu tutkusunu:
         
         İpek Yolu - Yazgım
"İpek Yolu benim yazgımdı. Eski zamanlarda Budizmin Doğu'ya yayıldığı güzergâh olan İpek Yolu'nun çevresindeki yerleşimlere ayak bastığımda oradaki köklü tarihi hissettim ve hem zaman hem de uzam olarak ne kadar kapsayıcı olduklarını anladım. Bu yol, Tang Hanedanı döneminde önemli bir rahip olan, Hindistan'da Budist inancı araştıran Xuanzang'ın (600-664) 17 yıl süren yolculuğunun ne kadar zor ve çileci olduğunu hatırlattı bana. O günden beri, Xuanzang'ın yolculuğunu izlemek için pek çok kez İpek Yolu yerleşimlerine seyahat ettim. Çin, Sovyetler Birliği, Afganistan, Pakistan, Hindistan, Batı İran, Suriye, Türkiye ve Irak. Belli bir noktada İpek Yolu boyunca 40 seferden fazla yolculuk yaptığımı fark ettim. Yine de İpek Yolu'nun tam olarak ne olduğunu söylemek kolay değil.
Özellikle çöl manzarası ilham verdi bana. Güzel dağlar ve nehirler yoktur ama, durağan ve zamansız sarı dünya beni çok etkiler. Çöller gözümün önüne, yaşamlarını tehlikeye atan, Doğu ile Batı arasında gidip gelerek kültürlerini değiş tokuş eden bir insan kalabalığı görüntüsü getirir."    
(kaynak)
         
        Ikuo sensei'nin resimlerine bakarken bir tabloya bakıyormuşum gibi değil de,sanki karşımda geçmişe bi pencere açılmış ve ben o pencereden manzaranın kendisini görüyormuşum gibi hissettim.Resimler o kadar pastel,o kadar sahi ki...Yapımında kullanılan malzeme de farklıymış zaten.Kağıt üzerine organik minerallerden imal edilen boyalar kullanılmış,yağlı boya değil.
        
       Okuduğum bi habere göre; "Türkiye'de Japon yılı" etkinlikleri kapsamında sergi için Ikuo Hirayama davet edilmiş.Fakat 2009 Aralık'ta (gençliğinde Hiroşima'ya atılan bombanın yaydığı radyasyondan kaynaklanan hastalığı sebebiyle)vefat ettiği için serginin açılışına eşi katılmış.Sergi salonunun bir köşesinde de eşinin konuşmasının vs. slaytı gösteriliyordu.
       

        Bu tablonun tam adını hatırlayamıyorum malesef ama Japonya'da bir nehirdi yanılmıyorsam.Fotoğraftan da anlaşılacağı gibi çok büyük ölçekli bi' tablo.



        Roma döneminde Efes harabeleri (Türkiye)




        Bu tabloda da çok ayrı bişey var.Fotoğrafın bu halinde görünmüyor gerçi ama kaydedip büyütürseniz görebilirsiniz.En üstte altın rengiyle çizilmiş peri tozu misali tanecikler ve yine altın rengi muhteşem bir atlı sürüsü resmedilmiş.Bize geçmiş zaman anılarının asıl manzarayla birlikte gözönüne gelmesi anlatılmak istenmiş gibi geldi.
       Sergide Türkiye'ye ait birçok resim var ve ilk bakışta bile anlaşılıyor Türkiye'ye ait bi  görüntü olduğu;köylü bi kadın,katır üstünde bi' çocuk-kapadokya...Ve tabi ayışığında Sultanahmet Camii...Bunlar benim aklımda kalanlar.Flash kullanmadan fotoğraf çekmeye izin veriyorlar ama biz makinemizin iç mekan ayarlarını falan yapamadığımız için çok net resimler çekemedik malesef.
       
         Sensei'nin eskiz defterinden...




            Bunlar da kullandığı malzemelermiş...
       
       Sergi 3 Ekim'e kadar İstanbul'da Pera Müzesi'nde gösterimde kalacak.Ayrıntılı bilgi için buradan müzenin kendi sayfasına bakabilirsiniz.

15 Ağustos 2010 Pazar

Çitten Koyun Vs. Atlatmaca




         Dün sabahtan beri sadece 1 saat uyudum.Sahurdan sonra uyuyamayınca koyun sayayım bari dedim.Bayâ bi de saydım.Bi süre sonra koyunları çitten akrobatik hareketler yaptırarak atlatmaya başladım.Sonra baktım olmuyor,en uzağa ya da en yükseğe atlattırma yarışı yaptırdım zavallı koyunlara...Faydası olacağından değil ya; can sıkıntısından...Daha sonra bir koyunu çitin solundan sağına,diğerini de sağından soluna olmak üzere karşılıklı atlatıp çifter çifter saymaya başladım.(Bu arada bir an kontrolü kaybettim,ben sayamadan atlayan birkaç tane koyun oldu arada:) )Daha sonra koyunları rengârenk boyadım,bi süre de öyle devam ettim saymaya.
         Bir yerden sonra koyunlar da yetmedi.Tavşan,kedi,zürâfa,penguen,at vb. bilumum hayvanları da kattım araya.Hatta daha da abartıp ağaçları bile atlatttım...En son, "arkadaşlarımı ve tanıdıkları atlatayım bari çitten" diye düşünmemle beraber kahkahayı bastım ve az da olsa var olan uyuma ihtimâlim de koyunlar,tavşanlar,atlar,penguenler ve ağaçlarla birlikte gitti:)
        Acaba çitten atlatma yerine başka bi yöntem mi deneseydim,ha :)

13 Ağustos 2010 Cuma

Bi Kez Daha...


    
             Hayırlı ramazanlar arkadaşlar...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...