Haritanın En Ücrâ Köşesi...

...Masidherya diye bir yer

28 Aralık 2010 Salı

Aşkın İkinci Yarısı

       Bu filmi izledikten bu güne aradan baya zaman geçti.(Cumhuriyet Bayramı'nda Elifçiğim  ve bi arkadaşıyla birlikte gitmiştik.) Ne zaman hatırlasam bu filmden bahsetmemenin filme ciddi ciddi haksızlık olduğu duygusuna kapılıyorum. En iyisi artık buna bir son vereyim dedim:)


       Filmin konusu bir cümleyle bile özetlenebilecek kadar sadeydi.Hayattaki başarısızlıklarının üstesinden gelemeyişine bir de alkol bağımlılığı eklenince, evliliğini sonlandırmaya tek başına karar verip karısını terkeden bir adamın,o güne kadar varlığından bile haberdar olmadığı kızıyla birlikte hastalıklı ömrünün son zamanlarını geçirmesi...(Biraz uzun oldu ama tek cümlede özetleyebildim nihayetinde :) ) Ama sadeliği basitlikle karıştırmayalım lütfen.


       Daha ilk dakikalarda salondan "ayy çok yavaş,ilerlemiyor bir türlü" gibi yorumlar gelmeye başladı.Elif'in arkadaşı da böyle bir yorum yaptığı zaman,onun nezdinde yakınımızdakilerin de duyabileceği şekilde "E ama bu bir Mehmet Aslantuğ filmi.Adamın tarzı bu yani" dedim ukalâ ukalâ :)Gerçekten de öyle düşünüyordum ama,ben de bu kadar ağır ilerleyeceğini tahmin etmemiştim.Tahmin etsem tek başıma gelir,yanımdaki iki şeker kardeşime de sıkıntıdan patladıkları bi 1,5 saat geçirtmezdim.


     Aynen sinemaya girmeden önce istediğim gibiydi film."Yavaş yavaş ilerlesin.Öyle ne zaman bitti dedirtmesin.İyice tadına varabileyim,zaman hızlıca akıp gitmesin..." demiştim.Çünkü ben tam bir Mehmet Aslantuğ izleyicisiydim:)Ve o benim beklentilerimi tam olarak karşıladı diyebilirim.Senaristlikte ve yönetmenlikte ilk tecrübesi olmasına rağmen,diye eklemeden geçemeyeceğim...


       İlk dakikalarda ben de herkes gibi hikayenin gidişhatını takip ettim."Ne olacak,nerde adrenalin tırmanacak ve işler rayından çıkacak yada sarpasaracak "  diye bekleyip durdum.O kadar alışmışız ki sürekli sorular sorup,zihnimizde farklı kurgular derleyip bi sonraki sahneyi merak ettiğimiz,entrikası bol,aksiyonu bol,şiddeti bol,ajitasyonu bol,travması bol senaryolara..Olayın yönünün film bitene kadar 10 kere değiştiği,"hadi canım,yok artık,pesss yani," ünlemlerini bolca kullandığımız filmlere-dizilere..İçinde bunların hiçbiri olmayan bi film görünce bi şaşırdık,biraz adaptasyon sorunu yaşadık haliyle.


       Filmin neresinden itibaren tam olarak ayrımına varamıyorum şimdi ama,başladıktan bir 10-15  dakika sonra olsa gerek...Hikayenin nerelere gideceğini kestirmeye çalışmaktan vazgeçtim önce.Karakterleri eleştirmeyi;haklı-haksız, iyi-kötü, doğru-yanlış gibi yargılama kriterlerini sildim attım kafamdan...Sadece o an orada anlatılmak istenilen duyguyu tam olarak,herşeyiyle görmeyi hedefledim.Bunu yapmak hiç de zor olmadı.Seçilen mekanlar,ve her bir karenin kadraja alınışı,görüntü açısı vs. muhteşemdi fikrimce.



       Her bir mekanın nasıl itinayla seçilmiş olduğunu,hangi açıdan verilmek istenen duygu daha iyi yansıtılır diye belki de defalarca düşünüldüğünü anlamak için profesyonel bir eleştirmen olmak,ya da o gözle izlemek gerekmiyordu.Gösterilen titizlik o kadar açıktı yani.Görüntü kirliliği sıfır,diyalog kirliliği sıfır...Herşey muhteşem bir sadelik ve dinginlik içinde akıp gidiyordu.Hani filmlerin soundtract albümleri çıkartılır ya,ben bu filmden karelerin toplanıp albüm yapılmasını istiyorum.


       Hele bir mandalina bahçesi sahnesi vardı ki..Evde dvd den izliyor olup,durdurup bi 10 dakika öylece izlemeyi istedim orada.Ve ekranı tamamen denizin doldurduğu sahnelerde...Ama kesinlikle küçük bi ekranda izlemek talihsizlik olurdu.Bu filmi vizyondayken izlemeyi kaçırıp da, tv yada bilgisayar ekranından izleseymişim eğer,sahiden çok üzülürdüm kaçırdığıma...İşte fragmandan kırpabildiğim kadarıyla o mandalina bahçesi...


       Bunun dışında; Adamın karısına yazdığı mektup,kızın babasına -babası olduğunu bilmediği halde-"sen de çok güzel kokuyorsun" deyişi (diğer güzel kokan annedir tabiki )... Kızı hastalandığında panik halindeki adamın kendi çocuğu için "emanet bir de" demesi,gibi sahneler yine aynı sadelik içinde taa içime işleyen sahnelerden birkaçı..


       Filmden çıktığımda ezici bi ağırlığı olmayan bir hüzünle beraber,sanki bir sinemadan değilde terapiden çıkmış gibi hissettim kendimi.Hayata Mehmet Aslantuğ'un göstermek istediklerini görebilecek kadar geniş açıyla bakabildiğim için mutluyum (Bu kime övgü oldu daha çok şimdi, bilemedim ;> ) Ne diyeyim,kendisini nice başarılı filmlerle birlikte izlemek ümidiyle...Böylesini herkes yapamıyor çünkü.Daha sayfalarca övgü yazılabilecek bir filmdi sahiden !

0 yorum:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...