26 Şubat 2010 Cuma
Hüzün ve Mesafe...
Ne kadar hüzünlü ; işten gelip annenin pişirdiği mis gibi yemekleri yedikten sonra,telefonu eline alıp artık kilometrelerce uzaklıkta olan anneye telefondan "eline sağlık " demek...
25 Şubat 2010 Perşembe
Mevlid Kandilimiz Mübarek Olsun
Bugün Hatemu'l Enbiya,âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)'in,birsürü mucizeyle birlikte dünyamızı şereflendirmesinin yıldönümü...Dünyanın gidişhâtının sonsuza dek değiştiği o mübârek günün yıldönümü...
Rabbim bu mübarek günün hayrından bol bol istifade etmeyi nasib etsin cümlemize.Dua ile...
Ya ilahel alemin
İlk yarattığın nur efendimizin nuruydu.
Sen onu var etmeden evvel gündüzün geceden,
baharın da kıştan farkı yoktu.
İyilikler, kötülüklerle iç içe;
akıl nefse yenik,
ruh da bedenin esiri idi.
O güzeller güzeli
Varlığın sırrını keşfedip akla yüksek hedefler gösterdi
düşünceye kapılar açıp
insanın ebedlere namzet olduğunu âlemşümul bir dille haykırdı.
Böyle bir elçiyi insanlığa bahşetmenden
Ve sayısız nice nimetlerinden ötürü
sana sonsuz hamd ü senalar olsun ya rabbi!
Güç ve kuvvet ancak kendisine has olan yüce ve büyük Allâh’ım!
Mahlûkatın adedince,
Zatının rızası,
Arşının ağırlığı ve kelimelerinin toplamınca
Efendimiz Hz. Muhammed (sas) ve O’nun ehli ve ashabı üzerine salât ü selam la bir kere daha yâdederek huzûr-u İlahi'de el açıp yakarıyoruz
ya ilahel alemin
O güzeller güzeli Sevgiliyi, bir kere daha misafirimiz eyle..
tahtını sinelerimize kur
gönüllerimizdeki karanlıkları kov,
bütün benliğimize ruhunun ilhamlarını duyur
ve bize yeniden diriliş yollarını göster ya rabbi
Ey ihsanları sonsuz olan Allah’ım
düşe-kalka olsa da hep Efendimizin izinde yürüme gayretindeyiz.
N’olur bizi bir kere daha sevindir.
Sevindir ki; bağının taptaze fidanlarıyla
adını âleme tam duyuracak demdeyiz.
Bu dünya ışığa hasret gidiyor.
Bizler o kırık azimlerimiz ve o çatlamış ümitlerimizle,
yolların hakkını veremesek de hep yollardayız.
Sadece hislerimizle de olsa, aradığımız hep senin habibin;
N’olur gönüllerimiz bir kere daha onunla dolsun,
ufuklarımızı saran şu upuzun geceler yerlerini gündüzlere bıraksın
ve viladeti bizim hakiki bayramımız olsun..
Allâh'ım!
Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’in Sen'den istediği
her türlü hayrı Sen'den istiyor,
yine Peygamber Efendimizin sana sığındığı
her türlü şerden de
sana sığınıyoruz.
Yâ Erhamerrâhimîn ve Yâ Ekremelekremîn!
Bizim, anne-baba ve ecdadımızın
Bize rehberlik ve kılavuzluk yapan büyüklerimizin,
Bir harf bile olsa kendilerinden istifade ettiğimiz hocalarımızın,
Sevdiklerimizin, sevenlerimizin,
Içinde neş’et ettiğimiz beldedeki insanların,
Milletimiz fertlerinin,
Kadın-erkek inanan bütün arkadaşlarımızın,
Dostlarımızın, kardeşlerimizin..
Bize karşı hep civanmertçe davrananların..
Hayır dualarında unutmayıp
Her zaman bizi de yâd edenlerin..
Üzerimizde hakkı bulunan kimselerin..
Kıymetli nasihatleriyle
Bize bekâ desenli sâlihatın yollarını gösterenlerin...
Ve bütün ümmet-i Muhammed’in
Günahlarını bağışla! Ya Rabbi!
Allahım!
Duamızın sonunda Sana olan minnet ve şükran hislerimizi
Bir kere daha tekrarlıyor,
Resûl-ü zîşânı, âlini, ashabını
Bir kez daha salavâtlarla anıyor
Ve dualarımızı kabul buyurmanı istirham ediyoruz.
Ne olur, bizlerin dualarına icabet buyur ya Rabbi!
amin ve selamün alel murselin
vel hamdü lillahi Rabbi’l-alemin…
(alıntı) AMİN...
Duanın tamamı için buraya
23 Şubat 2010 Salı
Çok Güzeller Ama Yaaaa
Kim demiş "Ben güzele güzel demem,güzel benim olmayınca" diye.Şimdi sırf benim olamayacaklar diye ben bunları beğenmeyeyim mi?Olacak şey mi yani bu:) Başta "istiyoruuuuum,ben de istiyorum bunlardaaaan" diye sızlandım biraz.(Bu aralar her bişeyi istiyorum zaten) Ama baktım istemekle olmuyor,vazgeçtim.Hadi biraz da siz isteyin :)
Bir ara 10 marifette Bi kitap yüzük görmüştüm,çok beğenmiştim.Şimdi de bu...Bazen çok kızıyorum bu sanatçı insanlara.Hiç aklımıza gelmeyecek şeyleri istettiriyorlar bize:) Bayıldım ben bu yüzüğe..Kaynak
Bunlar da post-it miş...Ne şekerler dimi:)
Hadi laptopumu dışarda kullanmıyorum o yüzden laptop çantasını istemiyorum diyelim,ama bu kitap yada defter kaplarını gel de isteme yaaa :( Kaynak
21 Şubat 2010 Pazar
Eyüp Sultan Ziyareti
Çok uzun zaman önce,henüz çocukken sık sık götürürdü annem bizi Ebû Eyyub El-Ensâri hazretlerinin kabrini ziyarete...O yıllardan sonra çok istesem de bir türlü gidememiştim.Nasib olmayınca olmuyor işte.Ya da yeteri kadar isteyememişim.
Yıllar sonra bugün gitmek nasib oldu çok şükür;Peygamber efendimizi (s.a.v) hicretten sonra 7 ay boyunca evinde misafir eden...İlerlemiş yaşına rağmen,hadis-i şerif ile müjdelenen fetih askerlerinden olabilmek ümidiyle çıktığı yolda rahatsızlanıp, şehrimin surlarının dibinde ruhunu teslim etmiş olan o mübarek insanın ziyaretine...
Eyüp Sultan camiinde aynı zamanda peygamberimizin (s.a.v) mübarek Kadem-i Şerifi de muhafaza edilmekte ama çok kalabalık olduğu için o kapıdan giremedik bugün:( Türbenin içinde bile çok uzun süre kalınmasına izin vermiyorlardı kalabalıktan dolayı..Oysa ki ne çok ihtiyacım vardı kalıp uzun uzun dua etmeye.Merak etmeyin aklıma geldiği kadarıyla hepimiz adına dua ettim:) Mevlâm kabul eder inşallah...
Eyyub El-Ensari hazretlerinin ziyaretine hiç gidememiş olanlarınız var ise şuradan,türbenin ve Kadem-i Şerif'in 3 boyutlu panaramik fotoğraflarına bakabilirler.Yalnız fotoğraflar panoramik olduğundan önce indirmeniz gerekiyor.İndirdiğiniz resmi tıklayıp çalıştır demeniz yeterli.(kapatmak için ise Esc tuşuna basmalısınız.Ayrıca antivirüs programınız gereksiz yere uyarı verebilir exe dosyası olduğundan dolayı.Yoksa virüs falan yok.) Aynı adreste birsürü cami,saray,müze ve kalenin de panoromik fotoğrafları mevcut..Hatta ilk fırsatta gitmeyi düşündüğüm istanbul panorama 1453 tarih müzesinin bile panoramik fotolarını koymuşlar...
Tabi ki bizzat ziyaret etmek çok farklı.Çok seviyorum ben şehrimi çoooook!
19 Şubat 2010 Cuma
Kötü Bir Gün
Bugünü kötü bi gün ilân etmek için fazlasıyla sebebim var.Mücahit ile kavga ettik:( Genelde dargınlıklarımız en fazla akşama kadar sürer.Ama bu defa ne kadar sürecek bilemiyorum.Kesin olan birşey var;gün bitmeden sorunu halledememiş olmamız.Yaş büyüdükçe tartışmalarımızın şiddeti artıyor ve barışma süreci de uzuyor.Tartışmak yada kırılmak çok ta önemli değil de,anlaşılamamak yoruyor ve üzüyor daha çok...
Sonra akvaryumdaki en sevdiğim balık öldü bugün :( Yeni katılan yavrulara sevinemedim bile.Yavrular henüz çok küçük ve renksiz.Onlardan birinin ölen balığıma benzeme ihtimaliyle avutuyorum kendimi çaresiz.Balık beslemek çok zor gerçekten.Hakan bu işten anlamasına rağmen şimdiye kadar birçok balık öldü.Yavruların bir kısmını da diğer balıklara kaptırıyoruz toplarken.Yeni yavrulara seviniyoruz sevinmesine de,diğer yandan akvaryuma her bakışımda "ölen var mı acaba" diye korkar oldum...
Sonra akvaryumdaki en sevdiğim balık öldü bugün :( Yeni katılan yavrulara sevinemedim bile.Yavrular henüz çok küçük ve renksiz.Onlardan birinin ölen balığıma benzeme ihtimaliyle avutuyorum kendimi çaresiz.Balık beslemek çok zor gerçekten.Hakan bu işten anlamasına rağmen şimdiye kadar birçok balık öldü.Yavruların bir kısmını da diğer balıklara kaptırıyoruz toplarken.Yeni yavrulara seviniyoruz sevinmesine de,diğer yandan akvaryuma her bakışımda "ölen var mı acaba" diye korkar oldum...
Konuşmak - Söylemek
O kadar çok konuşuyoruz ki...Tüm evrenin küçücük kelimelere sığacağını sanıyoruz.Halbuki kelimelerimizden taşıyor evren ; ve biz sinirlenip daha çok,daha çok konuşuyoruz.Ve aslında hiçbirşey de söylemiyoruz...
--Ölüme Derkenar adlı kısa filmden--
18 Şubat 2010 Perşembe
Son Okuduğum Kitaplar
Bu aralar yemeyip içmeyip kitap okumak istiyorum.Üstelik her yerde.Geçen gün otobüste,ayakta durmaya zor yer buldum zaten, o biçim kalabalık.Tutunacak bi direk bulur bulmaz çıkardım kitabımı okumaya başladım:) Allah'tan son durakta inecektim.Yoksa ineceğim yeri kitaba dalıp ta geçmememin imkânı yok.Hatta minübüsten indikten sonra yürürken de okumaya devam ettim bi süre.Sonra trafiğe kurban gidebileceğim ihtimali aklıma geldi de koydum kitabı çantama.Yürürken kitap okuma gözlüğü olsa ne iyi olur değil mi? Gözlüğün tek camından etrafı görebileceksin,diğer camından da e-kitap okuyabileceksin.Göze bi gözlük camı mesafesindeki bi uzaklıktan -yoksa yakınlıktan mı demeliyim:) - nasıl okuyabileceksin ki demeyin hemen ! O kadar marifetli bi gözlük o mesafeyi de sanal olarak sağlar herhalde dimi..Ben bilim adamlarından ümitliyim:) Umarım ben çok yaşlanmadan icat ederler de,işime yarar...
Ben son okuduğum kitaplardan bahsedecektim dimi:) İlk bahsedeğim kitabı Gönül ablam geçtiğimiz ramazanda hediye etmişti.Kitap fuarından aldığım kitaplar araya girince,bu kitap çekmecemde kalmıştı.Bir ay kadar önce okumaya başladım ve hâlâ da okumaktayım.Yo yooo,kitap çok kalın olduğundan ya da sıkılıp ta ara verdiğimden falan değil.Hiç bitmesin istediğimden...Ve her sayfası üzerine saatlerce düşünebileceğim kadar derin içeriğinden dolayı...
Bu muazzam kitap budur arkadaşlar;
Kitabın ilk bölümlerinde günümüz insanının peygamber anlayışı,oluşturduğu peygamber modelleri bi güzel irdeleniyor.Ve olması gereken peygamber inancı ayet-i kerîme tefsirleri ışığında anlatılıyor.Sonra Miraç ve Hicret gibi önemli mevzûlar yine ayet tefsirleriyle uzun uzun anlatılıyor.İlerleyen bölümlerde de sünnet ve hadis üzerine,ve yine peygamber efendimizi anlamak üzerine yazılardan oluşan bölümler var.Bu kitap Mustafa İslâmoğlu'nun okuduğum ilk kitabı.İnşallah diğer kitaplarını ve hatta tefsirlerini de okumak istiyorum.Öyle derin,ve öyle akıcı bir anlatımı var ki.Bu kitaptan ilk fırsatta ben de birsürü alıp hediye etmek istiyorum.Kesinlikle okumalısınız arkadaşlar.Okumanız için ne kadar ısrar etmem gerekiyorsa o kadar ısrar edebilirim:)
Okuduğum diğer bir kitap ise İclâl Aydın'ın "Gördüğüme Sevindim" adlı kitabı.Bu kitabı alalı en az 2 yıl olmuştur herhalde.Bir çok kez niyet edip,başlamak için elime alsam da bir türlü okuyamamıştım nedense.Sonra da okuduğum kitapların arasına karışmış,varlığını bile unutmuştum.Çekmeceleri düzeltirken elime geçince cidden "gördüğüme sevindim" :) İclâl Aydın'ı çok severim zaten.Onu çoook uzun zaman önce bir dizi filmle tanımıştım.Gamzeleri ve duruşuyla,konuşurken bile şiir dinliyormuş hissi veren ses tonuyla daha o anda sevmiştim onu.Sonra yazılarını okuduğumda,hayatı da sesi gibi şiirsel anlatan kalemiyle tanıştığımda daha çok sevdim onu.Hem o da benim gibi bol bol üç nokta kullanıyor yazılarında:)
Kitabı çok beğendim tabi ki.Bol bol satır altlarını çizdim.Hatta bazı yerlerde satır altlarını çizmeye yetişemedim, komple bir bölüme yıldız koydum:) İşte o altı çizili satırlardan bazıları ;
Ben son okuduğum kitaplardan bahsedecektim dimi:) İlk bahsedeğim kitabı Gönül ablam geçtiğimiz ramazanda hediye etmişti.Kitap fuarından aldığım kitaplar araya girince,bu kitap çekmecemde kalmıştı.Bir ay kadar önce okumaya başladım ve hâlâ da okumaktayım.Yo yooo,kitap çok kalın olduğundan ya da sıkılıp ta ara verdiğimden falan değil.Hiç bitmesin istediğimden...Ve her sayfası üzerine saatlerce düşünebileceğim kadar derin içeriğinden dolayı...
Bu muazzam kitap budur arkadaşlar;
Resimden de anlaşıldığı üzere kitap Efendimiz (s.a.v) ve onu anlamaktan bahsediyor."Bahsediyor" demek öyle yetersiz ki aslında.-Dakikalardır buraya birsürü cümle yazıp sildim inanın.-Ne desem de,öylesine eksik kaldı ki..Umarım kitaptan alıntıları okuyunca ne demek istediğimi biraz olsun anlarsınız.
* * * * * *
Efendim,
Sen kendini "abduhu ve rasuluhu : Onun kulu ve elçisi" olarak takdim etmiştin.Sana iman eden bazıları sana hürmet adına seni kulluktan "kurtarıp" melekleştirerek hayattan dışladılar.Bu ifrata karşı başka bazıları da tefrite sapıp seni "güzel örnek" olmaktan çıkarıp bir "postacı",bir "ara kablosu" seviyesinde görerek hayattan dışladılar.
Bunların hepsi sana iman ediyordu.Ama seni hayatımızdan çıkarmanın ızdırabını çektirdiler bize.Bu işi göğe çekerek ya da yere sokarak yapmaları sonuçta hiçbirşeyi değiştirmedi.
* * * * * * *
Gün geçmez ki ümmetin coğrafyasından feryat yükselmesin, oluk oluk kan akmasın.
Bir olarak bıraktığın ümmetin kaç parçaya ayrıldığının sayısını onu parçalayanlar dahi unuttu.Bıraktığın kutlu mirası hovarda mirasyediler gibi paylaştık efendim.Nebevî mirasın irfanî ve ahlakî boyutuna bir hizip,ilmî ve fikrî boyutuna bir başka hizip,siyasî ve harekî boyutuna bir başka hizip sahip çıktı.Yüzyıllardır tüm bu hizipler ,ellerindeki parçanın "bütünün kendisi" olduğunu iddia etmekle ömür tükettiler.Her hizip ellerindeki parçayla övünüp durdu.Hepimiz hakikatin merkezine kendimizi oturtup "hak benim" dedik.
Oysa ki efendim, bazen parçalanan hakikat,hakikat olmaktan çıkar.Ait olduğu bütün içerisindeki bir parça o bütünden ayrılınca anlamsızlaşabilir.Bunu farkedemedik efendim.
Efendim,
İsrailoğulları peygamberlerini katlediyorlardı.Biz de senin güzel hatıranı,emanetini,adını ve sünnetini katlettik...
* * * * * *
Okuduğum diğer bir kitap ise İclâl Aydın'ın "Gördüğüme Sevindim" adlı kitabı.Bu kitabı alalı en az 2 yıl olmuştur herhalde.Bir çok kez niyet edip,başlamak için elime alsam da bir türlü okuyamamıştım nedense.Sonra da okuduğum kitapların arasına karışmış,varlığını bile unutmuştum.Çekmeceleri düzeltirken elime geçince cidden "gördüğüme sevindim" :) İclâl Aydın'ı çok severim zaten.Onu çoook uzun zaman önce bir dizi filmle tanımıştım.Gamzeleri ve duruşuyla,konuşurken bile şiir dinliyormuş hissi veren ses tonuyla daha o anda sevmiştim onu.Sonra yazılarını okuduğumda,hayatı da sesi gibi şiirsel anlatan kalemiyle tanıştığımda daha çok sevdim onu.Hem o da benim gibi bol bol üç nokta kullanıyor yazılarında:)
Kitabı çok beğendim tabi ki.Bol bol satır altlarını çizdim.Hatta bazı yerlerde satır altlarını çizmeye yetişemedim, komple bir bölüme yıldız koydum:) İşte o altı çizili satırlardan bazıları ;
* * * * * * *
* Günlük yazı yazarken içinden geçtiği hayatın rengini sürüyor yazar elbette yazılarının duvarına.
*Biraz susabilmeyi öğrenmek gerektiğini anladım.Kelimeler çok keskin,çok acıtıcıdır ve kan döker.Bense beni şaşırtacak kadar dövüşçü olup ortalığı kan gölüne çevirebilirim.Ucundan kıyısından ağzımdan çıkanların tesirini gördüğümden bu yana bunu çok tercih etmiyorum.Susulmuş,söylenmemiş çok şeyim var ömrüm boyunca.Oysa ne çok anlatıyor gibiyim...
*Bazen bazı şarkılar vardır,olmadık anda en yumuşak yerden gelip vurur insanı.Nedenini çok da bilmediği,aslında pek de umursamadığı bir ağlamaya çıkar yolu ve daha önce kim bilir kaç kez duymuş olsa da ilk kez duyuyormuşçasına bir şaşkınlıkla dinlemeye başlar...
......Bazen en savunmasız yerden vuran şarkılar gibidir güzel günlerden kalan hatıralar...
*Savaş filmlerinde esir düşen askere işkence eden komutanlar ve adamlarını izlerken "bu bir film" diyerek dayanmaya çalışsa da insan,haber bültenini izlerken aynı teselliyi veremiyor kendine.Ya da gerçek hayatın içindeki işkencecileri tanıdıkça...Gözlerimi kapasam geçer diyemiyorsun.Gözlerini kapayamıyorsun
"Dün gece çok güzel bir savaş filmi izledim,sana da vereyim sen de seyret" değil cümle...
"Dün gece birşey gördüm az ötemde,kıvılcım daha bana gelmediğinden izledim sadece" diyorsun...
* * * * * *
Kitap birkaç sayfalık bölümlerden oluşuyor.Baştan sona kadar zevkle okudum.Birkaç günde bitirdim zaten.İlerde tekrar tekrar okuyabileceğim kitaplar arasında yerini almış durumda "gördüğüme sevindim"...
12 Şubat 2010 Cuma
İyiyim Ben
Ne kadar tuhaf...Eskiden aramayınca ya da sms göndermeyince merak ederdik birbirimizi.Sonraları msn'de göremeyince sorar olduk nerelerdesin diye.(Gerçi ben msn'i oldum olası benimseyemedim ya:) )Şimdi ise blogda yada livespace'de yazmayınca sorar oldunuz "hayırdır canım,iyi misin vs.." diye.
İyiyim ben sağolun.Anneannem geldi memleketten.Bayağı bir rahatsız kendisi.(Belki daha iyi tedavi ettirebiliriz diye getirdik zaten)Onunla meşgul oluyorum daha çok.Yoksa bahsedecek çok şey var:)Görüşmek üzere...
İyiyim ben sağolun.Anneannem geldi memleketten.Bayağı bir rahatsız kendisi.(Belki daha iyi tedavi ettirebiliriz diye getirdik zaten)Onunla meşgul oluyorum daha çok.Yoksa bahsedecek çok şey var:)Görüşmek üzere...
7 Şubat 2010 Pazar
"Yöneticilik" Kavramı
Müco ben meşgul olduğum için yemeğini kendi hazırlayıp yemektedir.
Ben: Ooo paşam, yoğurdu da unutmamışsınız hani:)
İçnot: Malum bu erkek milleti genelde yemek hazırlamaya üşendiğinden,hazır yemeği bile ısıtmaz,alır bi ekmeği içine bi domates koyar ortadan ikiye ayırıp-doğramak vakit kaybıdır çünkü,çok işleri var nede olsa- öyle yarı oturur bi halde onu yer.Ama müco'nun öyle mükellef bi yemek hazırladığını görünce şaşırdım:)
Müco ; buyrun sultânım birlikte yiyelim..der ve ardından güler.
-Sultanla konuşurken öyle gülünür mü hiç?
-Ama ya padişah bensem...heee n'oldu cevap vermedin...
-Ben "paşam" dedim farkındaysan.
-Paşa büyüdü demek ki:)Ya da terfi etti diyelim.Sahi,hâlâ öğrenemedim niye "paşa çayı" diyolar açık çaya.
-Paşalarda sinir yapmasın diye çayı açık veriyormış da ondan öyle kalmış.Olabilir mi?
-Ben paşa olsam o çayı görür görmez sinirlenirim zaten:) öyle çay mı olur!
Böyle devam eder gider...Yalnız bu diyalogda bişeye takıldım ister istemez.Müco'nun "ya padişah bensem"demesi..Eskiden padişah deyince "sorumluluk ve vakar sahibi kişi" portresi belirirdi gözümüzde.Şimdi ise padişah demek "her istediğini yapmakta özgür,istediği gibi davranabilen,dokunulmazlığı olan kişi"anlamına gelir olmuş..Sadece padişah da değil,mevki sahibi herkesi koyabiliriz "padişah" karakterinin yerine..
Yönetici pozisyonundaki herhangi biri hakkında düşünürken,konuşurken,eleştiri yaparken;bulunduğu makamın ona sağladığı imkânlardan,getirilerinden dem vururuz genelde.Durum yönetici açısından da pek farklı değildir.O da sorumluluk ve görevlerinden ziyade,sahip olduğu yetkileri ve o yetkileri "hayatın her alanında kullanma" üzerine yoğunlaşmıştır çünkü.
Ve yukarıdaki diyalogda da canımı sıkan şey; o yöneticinin kendinden alt pozisyondaki kişilerin yanında(ve kişilere karşı) kafasına göre,istediği gibi davranabileceği görüşünün her iki tarafça da kabul edilmiş olması...Yöneticilik kavramını ne zaman ve nasıl bu hâle getirdik( ya da getirildi) bilmiyorum ama, daha ne kadar yozlaştırabiliriz düşünmek bile istemiyorum.
( Ben burda genellemeler üzerinden yorumladım durumu.O genellemelere dahil olmadığını düşünen bir avuç azınlıktansanız,üzerinize alınıp sitem etmeyin lütfen.)
Ben: Ooo paşam, yoğurdu da unutmamışsınız hani:)
İçnot: Malum bu erkek milleti genelde yemek hazırlamaya üşendiğinden,hazır yemeği bile ısıtmaz,alır bi ekmeği içine bi domates koyar ortadan ikiye ayırıp-doğramak vakit kaybıdır çünkü,çok işleri var nede olsa- öyle yarı oturur bi halde onu yer.Ama müco'nun öyle mükellef bi yemek hazırladığını görünce şaşırdım:)
Müco ; buyrun sultânım birlikte yiyelim..der ve ardından güler.
-Sultanla konuşurken öyle gülünür mü hiç?
-Ama ya padişah bensem...heee n'oldu cevap vermedin...
-Ben "paşam" dedim farkındaysan.
-Paşa büyüdü demek ki:)Ya da terfi etti diyelim.Sahi,hâlâ öğrenemedim niye "paşa çayı" diyolar açık çaya.
-Paşalarda sinir yapmasın diye çayı açık veriyormış da ondan öyle kalmış.Olabilir mi?
-Ben paşa olsam o çayı görür görmez sinirlenirim zaten:) öyle çay mı olur!
Böyle devam eder gider...Yalnız bu diyalogda bişeye takıldım ister istemez.Müco'nun "ya padişah bensem"demesi..Eskiden padişah deyince "sorumluluk ve vakar sahibi kişi" portresi belirirdi gözümüzde.Şimdi ise padişah demek "her istediğini yapmakta özgür,istediği gibi davranabilen,dokunulmazlığı olan kişi"anlamına gelir olmuş..Sadece padişah da değil,mevki sahibi herkesi koyabiliriz "padişah" karakterinin yerine..
Yönetici pozisyonundaki herhangi biri hakkında düşünürken,konuşurken,eleştiri yaparken;bulunduğu makamın ona sağladığı imkânlardan,getirilerinden dem vururuz genelde.Durum yönetici açısından da pek farklı değildir.O da sorumluluk ve görevlerinden ziyade,sahip olduğu yetkileri ve o yetkileri "hayatın her alanında kullanma" üzerine yoğunlaşmıştır çünkü.
Ve yukarıdaki diyalogda da canımı sıkan şey; o yöneticinin kendinden alt pozisyondaki kişilerin yanında(ve kişilere karşı) kafasına göre,istediği gibi davranabileceği görüşünün her iki tarafça da kabul edilmiş olması...Yöneticilik kavramını ne zaman ve nasıl bu hâle getirdik( ya da getirildi) bilmiyorum ama, daha ne kadar yozlaştırabiliriz düşünmek bile istemiyorum.
( Ben burda genellemeler üzerinden yorumladım durumu.O genellemelere dahil olmadığını düşünen bir avuç azınlıktansanız,üzerinize alınıp sitem etmeyin lütfen.)
6 Şubat 2010 Cumartesi
AH ŞU DETAYLAR VOL.2
Daha çok şey var detaylar hakkında söyleyeceğim.Biyerden başlayayım,konuyu dağıta dağıta giderim nasılsa dimi:) Önceleri dikkat ederdim söze nerden başlayıp nasıl bitireceğime.Ama artık hiiiç uğraşmıyorum.Çünkü anlayan her hâlukârda anlıyor,
anlamayan da ne kadar anlatmaya çalışsam da anlamıyor.İyisi mi bırak dağınık kalsın dedim sonunda:)
Dünkü yazımda ben bu detayların hepsini toplayıp uzaya göndermek istemişim ama orda o hepsinden kasıt; "tiksinilesi,lanet getirilesi,gereksiz,yorucu,sinir bozucu" detayların hepsiydi esasen.Yoksa nasılsa bakterilerin faydalısı da varsa,bu detayların da olmazsa olmazları var elbette.Onlarla bi alıp veremediğim yok.Hiç detayın olmadığı bi hayat illa ki düşünülemez.Yani öyle bi hayat, hayat değil bi laboratuvar ortamı,biz de birer cyber gibi robot-insan ortası yaratıklar olurduk herhalde:)
Bugün bahsetmek istediğim tiksinilesi,lanet getirilesi,gereksiz,sinir bozucu detaylar.Yine telefon üzerinden bir örnek olacak ama cidden sinir bozucu bir durum bu bahsedeceğim.Bizim evde babamın 2,Hakan'ın (iş gereği ) 2, benim,annemin ve müco'nun da birer tane cep telefonlarımız var.Yani toplam 7 tane telefon.Ve bu cep telefonlarının bi tanesinin şarj aleti de diğerine uymuyor!!! Kaldı ki sadece telefon da değil,mp4 çalar,discman,kamera falan derken bi bakmışız her yanımızı şarj aletleri istila etmiş.Halbuki bu işin bi standardı olması çok mu zor? Yani her marka kafasına göre boy boy şekil şekil imal etmese şu şarj cihazlarını diyorum.Standart bi şarj cihazı olsa,her marka telefon,mp4 vs onunla şarj edilebilse,çok daha kolay olmaz mıydı hayat? Bi kere ekonomi açısından faydalı olurdu(tüketici namına tabi ki).Sonra bu şarj aletlerine evimizde bi oda tahsis etmemiz gerekmezdi (abartmıyorum,an meselesi bi odayı komple işgal etmeleri) .Sonra evdeki 3 erkek eşyalarını toplamaktan aciz olunca,bu şarj cihazlarını toplarken ya da ararken annemle ben kriz geçirmezdik.Ben kriz geçirince telefonu -yada her ne ise onu- ; şarj cihazını,kabloyu bırakıp, direkt prize sokmak istemezdim mesela:)
O çok iyi çözünürlüğü olan son model kameranız,bilmem kaç gb hafızası olan müzikçalarınız,3G'si bile olan telefonunuz, ya da her sabah kullandığınız traş makinanız,eğer şarj cihazını yada data kablosunu bulamıyorsanız, o an için koca bi hiç olup çıkıyor!!! Sizce de sinir bozucu değil mi? Nerde kaldı teknoloji? 2metre bi kabloya muhtaç kaldınız işte:) Halbuki evde şarj cihazından bol bişey yoktu değil mi? Ama yok,illâ ki ürünün üreticisinin ürünle birlikte verdiği o çok kıymetli şarj cihazı olucak! Aşağısı kurtarmaz! Ha, bu arada sakın o taklit olanlarından da kullanmayın,cıs olur cihazınız maazallah! Ve sakın şarj cihazlarınızı kötü kullanıp bozmayın,bi laptop şarj kablosu 90 liradan başlıyor mesela, demedi demeyin.
Bitti mi? Bitmedi...Yeni bi elektronik ürün alacağımda ya da aldığımda üründen önce şarj ve bağlantı kablolarını inceler oldum.Bi defa da tanıdık bi tasarımı olsun bu kabloların dimi? Ama yok,herseferinde o güne kadar sahip olduklarımın hiçbirine benzemeyen bi kablo yada şarj cihazı! Ne umuyorlar acaba,"waaaaw,böylesini göreceğim de hiç aklıma gelmezdi,adamlar neler yapmış" dememizi mi? Hepsinin canı cehenneme! "Kablolarını da topla ve defol" demek geçiyor içimden sadece.Allah aşkına,görevi sadece cihaza elektriği veya veriyi iletmek olan bi bağlantı kablosunu binbir çeşitte tasarlamanın,üretmenin neresi hoş yada kullanışlı? Kullanışlı ya da hoş olmadığına göre kriterlerin başka şeyler olduğu çok açık aslında değil mi?
Gelelim İngilizce'nin detayları mevzuuna; Bazılarınız diyor ki sen de girme,takılma o kadar çok detaylara.Canım kardeşim Erdem de şöyle demişti birkaç gün önce;
" Tensler falan hikaye zaten.Kim uyuyor ki konuşurken dilin kurallarına? Sen ne demek istediğini anlatabilsen yeter.Amerika'da biri adını sorduğunda "my name is..." diye cevap versen gülerler adama..."
Soruyorum size; o detaylar olmadan nasıl doğru dürüst ifade edebileceğim kendimi? Ben ki "geliyorum" dediğimde bile,bundan başka anlamlar çıkartılmasını istemeyen biri olarak; "geliyorum" demek isterken tense'leri karıştırıp ta ,"geleceğim,geldim,gelmeliyim vs..." demeyi kabul edebilir miyim sizce:) Öyle bişey ki "must" kullansam kendime ait bi zorunluluk, "have to" kullansam bi dış faktör tarafından gelen bi zorunluluk," should" kullansam tavsiye,öneri anlamı katmış oluyorum.Ama hepsi de cümlede -meli,-malı olarak çevriliyor neticede.Aradaki nüans farkını yakalayabilmek için neyin nerde,ne için kullanıldığını bilmem gerekmez mi söyler misiniz?Öneride bulunacağım derken,adama bişeyi dikte etmek,emretmek hoş olmasa gerek değil mi? İster mükemmeliyetçilik deyin,ister detaycılık,ister yaptığı işin hakkını vermek çabası olarak görün,ister abarttığımı düşünün.İngilizce'yi öğreneceksem layıkıyla öğrenmek istiyorum.Çok uzun sürecek belki,belki de başaramayacağım.Ama huy işte:) Olacaksa tam olsun demeden de edemiyorum.
Ben bu kadar çabaladıktan sonra öğrensem bile,öğrendiklerimin konuşma diline uymayacağı doğru elbette.Yukarıdaki örnekteki gibi; biri adımı sorsa bırakın "my name is..." demeyi,belki anlamayacağım bile adımı sorduğunu."O kadar da değil canım" demeyin.Kaçımız biliyoruz ki mesela yazışma dilinde "ASL?" diye sorulduğunda bunun (age,sex,location) yani; yaşın kaç,cinsiyetin ne ve nerelisin-nerdensin? demek olduğunu? Sizi bilmem ama ben çok sonra öğrenmiştim mesela.Konuşma dili yazın dilinden çok daha farklı elbette. E artık konuşabilecek kadar ilerlettiğimde, dilini düzgün konuşmayı seven & savunan bi Jack yada Neil bulup yazışarak öğrenirim konuşma dilini de:) Sizi bilirim ben,siz sormadan ben cevaplayayım hemen neden Erica yada Rosemary değil de, Jack yada Neil....Kabul edin biz bayanlar ne kadar dilimizi sevip düzgün kullanmaya çalışsak ta,bi yerde lafı uzatıp dallandırıp budaklandırabiliyoruz:) Beginner seviyesi için erkekler daha uygun bu açıdan bence...Direkt anlatıyolar meramlarını ne de olsa.Genelde ince eleyip sık dokumadıkları için basit cümleler kurmayı tercih ediyorlar.İstisnalar alınmasın üstüne ve istisnalıklarını bilsinler lütfen:)
Son olarak birşeye daha değinip bitiriyorum söyleyeceklerimi.Bazı arkadaşlar da "içnot" tanımlamama takılmışlar.Hatırlarsanız bir yazımda parantez içi yazılarımın uzunluğundan bahsetmiştim ve çare aramıştım bu duruma.İçnot,bu uzun parantez içi yazılarıma bulduğum alternatif:) Dipnot oluyor da içnot neden olmasın canım? TDK'dan izin yada onay aldım mı? Hayır. Ve sevmem de aslında uydurma tanımlamaları.Ama bazen de gerekiyormuş:) İçnot; bişeylere gönderme yapmak istediğimde,konuyla ilgili bi hatırlatma,altbilgi eklemek istediğimde,ya da konunun bana hatırlattığı alâkalı-alâkasız durumlardan bahsetmek istediğimde yazının ortasına eklediğim o paragrafın genel adı.Canım istediğinde böyle de kafama göre kurallar & tanımlar uyduran şımarık bi anlatıcıyım işte:) Beni böyle kabul ederseniz memnun olurum. Ve okuduğunuz için teşekkür eder,huzurlarınızdan ayrılırım...
5 Şubat 2010 Cuma
Bugün Ben...
Bugün görünürde çok basit bir cümle yüzünden ağladım,ağladım,ağladım...Tek başına ele alırsam basit evet.Söyleyenin bi çocuk olduğunu da hesaba katarsam bunca ağlamam gereksiz ve komik.Ama o tek bir cümle derinde o kadar çok şeye gönderme yaptı ki...Aslında o tek bir cümle o kadar çok şey demekti ki...
Çocuk ya da büyük..İnsanlar kendilerini haklı çıkarmak ( haklı olamayacaklarsa bile haklı göstermek ) için hiç çekinmeden kırıp dökebiliyorlar ne varsa.Ama; öyle savunmasız yakalanınca ne bunu bilmek işe yarıyor,ne gözyaşı,ne özür...
AH ŞU DETAYLAR
Düşünüyorum da,hayatta bu kadar çok detay olmasaydı çok daha kolay olabilirdi birçok şey...Ya da ben detayları bu denli farketmeseydim,önemsemeseydim...Basit ama kolay bir hayat...Neden mi bahsediyorum? Detay adına ne varsa hepsinden...Mesela;
Telefon deyince akla tek bi telefon gelseydi.Sormamız gerekmeseydi ;
-Cep mi,ev mi?
bluetootlu mu ?
kameralı mı,kameralıysa kaç mp ?
değilse neden değil?
mavi mi gri mi ?
3g destekliyor mu?
fiyatı pahalı mı?
şarjı ne kadar dayanır?
(bu soruları "Zeki Müren de bizi görecek mi :) ye kadar genişletebiliriz )
Yani tüm bu özelliklerin olduğu ya da olmadığı tek bir standart telefon olsa,basit olurdu belki.Ama telefon almak (parayı ayarladıktan sonra ) ekmek almak kadar kolay olmaz mıydı? Öyle ya ;detaylar yok inceleyecek,sorular yok kafa yoracak..
Bu arada kolaylık derecesini benzetmek adına ekmek almakla kıyasladım ama ekmeğin bile envai çeşiti olduğunu düşünürsek,kıyas yapacak bişi bulamadım.Suyun da değerleri var,sertliği mineralleri:) vs.. Kalmamış detaydan mahrum hiç bişey hayatta...Her detay sağladığı imkanların beraberinde,yeni meşguliyetler(her anlamda olabilir bu) de getiriyor.
Ama benim canımı sıkan maddesel detaylardan çok,eylemsel,düşünsel detaylar..Şöyle ki;
"Ben geliyorum" dediğimde onun tek anlamı "ben geliyorum" olsaydı..Sadece öyle anlaşılsaydı.Düşünmeseydi karşıdaki ;
neden geliyor acaba?
şimdi mi gelecek,daha sonra mı?
beni görmeye mi geliyor yoksa bi işi var da ondan mı?
gelmek zorunda olduğu için mi geliyor yoksa gelmeyi istiyor mu?
(hatta biraz daha ileri gidersek ) Geliyorum dedi ama gelecek mi acaba?
Gibi...Gelmekle-gitmekle falan bi derdim yok.Sadece daha "basit" bi örnek olsun diye seçtim.Hem ihtimalleri de kısa tutmak adına.Biraz düşününce farklı eylemlere farklı ihtimaller sıralamanız zor olmasa gerek..Anlatabiliyorum değil mi?Ama bana bunları düşündüren bu tür detaylar da değil..Evet bu tür detaylarla da başım dertte olabilir ama asıl anlatmak istediğim bunlar da değil:)
Bugünlerde meşgul olduğum detaylar ise daha çok İngilizce ile alakalı.Bu ingiliz dilini kullanan milletler de detaysever olmalılar.Yani herşeyin bi detayı var ve ne acı ki istisnalar da kaideyi bozmuyor:) Detaylar,istisnalar,kurallar,kaideler...Hepsi anlaşmışlar,tutturmuşlar bi düzen( ya da düzensizlik) öyle kâh kendi etraflarında,kâh birbirlerinin etraflarında dönüp duruyorlar...Çalışırken çalışırken..Biyerden sonra,dönmeyi de bırakıyorlar hatta ve sanki pinball yada dxball oynuyorum gibi hissediyorum kendimi:)
iç not: Çalışırken de çok yorulduğum zamanlar pos sayarken( pos o paraların olduğu kutu), madeni paraları sayarken özellikle; paraları 40 haramilerin hazinesine benzetir,kendimi de Ali baba gibi hissederdim:) O paralar öyle büyürdü gözümde...Benzetme olsun diye değil,cidden öyle hissederdim.Bi an önce hazineden kurtulmak isterdim.Haramiler gelip kafamı kesmesin diye, malum:)
Neyse,ingilizce ile "detay" gibi sıkıcı bi hususta da olsa,bi ortak noktamız varmış neticede.Sahi,tüm bu detayları birbirine eklesek,dünyanın çevresini kaç kez dolanabilir? Ya da burdan köye yol olur mu...bilemem.Ama hepsini toplayıp "genel" bi torbaya koyup uzaya fırlatsak,çok daha sade,sorunsuz,dertsiz tasasız bi dünyamız olurdu muhtemelen.Onlar da artık uzayda birbirlerinin etrafında mı dönerler,birleşip bi gezegen mi oluştururlar,yoksa birleşmeyip galaksi yada samanyolu olalım mı derler keyifleri bilir:)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)