Haritanın En Ücrâ Köşesi...

...Masidherya diye bir yer

15 Aralık 2009 Salı

Resimde Gördüğünüz Kitap

      
        Bu kitabı bitirince hakkındaki izlenimlerimi ve okurken hissettiklerimi uzun uzun yazacağım demiştim.Aslında kitabı bitireli baya bi zaman oldu ama ancak sıra buna geldi.Daha doğrusu bu kadar uzun bir yazıya ancak vakit ayırabildim.

     Önce bi özet geçeyim; Kitabın yazarı Cengiz Aytmatov.Aslında yazarın 4 ayrı kitabının aynı ciltte toplanmış hâli bu kitap.
      Bi dostuma ;
"Bir tanıdık kitap okumaya başlamak istediğini söyledi.Kitap almak için çok fazla durumu da yok şuan.Benden okuduğum kitapları istedi ama başlamak için hangisini versem karar veremiyorum.Yani hem çok ağır olmamalı,hem de öyle bi kitap olmalı ki -şimdiye kadar niye hiç kitap okumadım ki- dedirtmeli" demiştim.
     O da biraz düşünüp "Toprak ana" yı tavsiye etmişti.Ama gittiğimiz kitapçıda onu bulamayınca bu 4'ü bir arada olanı almıştık.Daha doğrusu dostum bana hediye etmişti."Önce sen okursun,sonra da hediye edersin" demişti.Gelelim kitap hakkında söyleyeceklerime;

       Beyaz gemi 

     Detay anlatımları seven biri olarak,bu öykünün ayrıntılarından o kadar sıkıldım ki, ben bile şaşırdım.Çoğu zaman kitapı Hanazawa Rui gibi yüzüme kapatıp okudum zaten.
(Hanazawa'yı bilen bilir:)Bilmeyenler için anlatayım desem kısa kesemem,bu konuyu sabote etmiş olurum)Nihayetinde yer yer atlaya atlaya bitirdim Beyaz gemi'yi.Hikâye ana hatlarıyla aklımda kalmaktan çok ta öteye geçemedi mâlesef.

   Toprak Ana
      
      Öncelikle şunu söyleyeyim,dostum istediğim tarife tam mânasıyla uygun bir kitap önermiş cidden.
     Kitap,kocasını ve üç oğlunu ikinci dünya savaşında kaybetmiş bir kadının,ölenleri anma gününde tarlasına gelip (onun tabiriyle) toprak ana ile yaptığı diyaloglar ile başlıyor.Ve yine toprak ana ile konuşmalar arasında hayat hikâyesini anlatıyor kadın.Çok hüzünlü bir hayat öyküsü bu.Diyorum "bu bir hikaye,bu kadar acı bir arada olmak zorunda mıydı?Bu bir hikaye için fazla ağır değil mi hem?"
   Sonra düşününce, hikayenin bu denli gerçekçi olmasını,böylesine insanın içine işlemesini sağlayanın da bu ağır hüzün olduğunu farkettim.Yazarın betimlemeleri muhteşemdi bence.Çok beğendiğim bir bölümü yazayım hatta buraya ;

" - Toprak ana, Savankul gibi,Kasım gibi insanlar ölüyorlar da neden dağlar devrilmiyor,
göller taşmıyor? Babasıyla oğul toprağı işleyen çalışkan iki  insandı.Kuruluşundan beri dünyanın yükünü böyleleri taşır; herkesi yedirdikleri içirdikleri yetmiyormuş gibi savaş çıkınca cepheye ilkin onlar koşar.Şu savaş çıkmasa Savankul'la Kasım bir nice işin üstesinden gelecek,emeklerinin ürününden nice insan yararlanacaktı!
Ekilecek tarlaların,kaldırılacak hasadın hesabı olmayacaktı.Onlar da kendi didinmelerinin karşılığını başkalarından kat kat görecekleri için bu yaşamdan pek çok mutluluk tadacaklardı.Söyle bana,Toprak ana,doğrusunu söyle;Savaşmadan yaşayamaz mı insanoğlu?
Zor bir soru sordun,Tolgonay.Savaşlarda yok olmuş uluslar vardır.Yakılmış,yıkılmış
kumlar altında kalmış kentler vardır.Öyle çağlar oldu ki,insan izi görebilmek umuduyla
çok bekledim.İnsanlar her savaşa kalktıkça, "Durun,kan dökmeyin! " diye karşı çıktım.Şimdi de aynı şeyi söylüyorum: " Ey denizlerin,dağların ötesinde yaşayanlar! Ey bu dünyanın insanları! istediğiniz nedir sizin? Toprak mı? İşte toprak karşınızda,benim.Yalnız,hepiniz
içinim ben,bence sizler birbirinize denksiniz.Benim yüzümden kavgaya gerek yok.Sizin
dostluğunuzu,emeğinizi istiyorum.Sürülmüş tarlanıza bir tohum atın size yüz tane vereyim.Dikeceğiniz bir dalcıktan size koskoca çınar yetiştireyim.Ev yapın duvarı ben olayım.Üreyin,çoğalın yerleşmeniz için kucağımı açayım.Erişilmez yüksekliklerim,
ulaşılmaz derinliklerim vardır; sonsuz sınırlarımla hepinize yeterim. " insanlar savaşmadan durabilirler mi? " diye soruyorsun değil mi Tolgonay?
Bu sizlere,siz insanlara bağlı birşey,bana değil.Buna kendi iradesiyle,kendi mantığıyla karar veren sizsiniz.
- Ne dersin, Toprak ana,en hamarat işçilerin,en iyi ustaların savaşta ölmediler mi?Gönlüm elvermiyor,yaşamım pahasına da olsa buna karşı durmak isterim.İnsanlar bir yolunu bulup savaşa son vermelidirler.
- Sanıyor musun,Tolgonay,savaş yüzünden hiç acı çekmiyorum? Hayır,benim çektiğim acıyı kimse bilmez.Köylünün hamarat ellerine hasret kaldım,ölen çiftçi çocuklarımın yasını çekiyorum; Savankul'un, Kasım'ın, Caynak'ın,öteki askerlerin eksikliğini duyuyorum.Nadasa kalırsam, ekinlerim biçilmezse, harmanlarım dövülmezse şöyle sesleniyorum: "Neredesiniz tarla sürücülerim,neredesiniz ekicilerim? Kalkın, benim çiftçi çocuklarım! Boğuluyorum, ölüyorum.Bana yardıma gelin,kurtarın beni!"
     Savankul'un belini kapıp gelmesini, Kasım'ın biçerdöverini koşturmasını Caynak'ın arabasını getirmesini bekliyorum.Fakat onlardan ses yok.
- Sağol Toprak'ım,bunları söylediğin için sağol.Demek onları sen de özlüyorsun,benim gibi sen de yas tutuyorsun.Sağol! toprak ana.

  Deve gözü

Bu bölüm de fena değildi.Ama bir anda bitti sanki hikâye.Yarıda kalmış film gibi..

  İlk öğretmenim

      Bu hikâye yi de çok beğendim.Her satırını gözümü kırpmadan okudum diyebilirim.
Hikayenin devamında ne olacağını hiç kestiremiyorsun.Anlatım dili çok çok
güzel..Bundan da kısa bir bölümü yazayım.Çok hoş bi kısım bence...

      "Dağlarda bazı pınarlar olur.Yeni yollar açıldıkça buralara uğrayan insanlar azalır;
giden gelen azaldıkça da suyun çevresini naneler,dikenler sarar.Bir zaman gelir ki,orada pınar bulunduğunu kimse anlamaz.Ama sıcak bir günde susuzluğunu gidermek isteyen
bir yolcu pınarı anımsayıp ana yoldan saparak tepeye doğru yürür.Kaynağın başına varıp yaban otlarını aralayınca gördüğü şeye kendi de şaşar : Kimsenin bulandırmadığı,
dupduru,soğuk bir su otlar arasından şırıl şırıl akmaktadır.Suyun durgun yerinde kendini seyreder ; güneşi,gökyüzünü,dağları seyreder...Böyle güzel bir yeri çoktandır unutmuş olmasına üzülür, köye gidince arkadaşlarına da söylemeyi düşünür.Düşünmesine düşünür ama sonra herşeyi unutur.
       Yaşam da böyledir işte.Belki yaşamı yaşam yapan da budur... "
  
     Hikayenin sonu da muhteşemdi..Diğer hikayelerde de çok güzel doğa tasvirleri yapılmıştı.Ama bu hikâyedeki o iki kavaklı tepe daha bi alıp götürdü beni uzaklara..Bir de demiştim ya bu kitabı çok daha önce okumalıymışım gibi hissediyorum diye,evet gerçekten çok daha önce okumalıymışım..
    Kitabı Türkçeye çeviren ise Mehmet Özgül'müş.Eksiksiz bir çeviri yapmış gerçekten.
Öyle ki kitabın çeviri olduğunu hiç hissetmedim bile.Bu kitabı okumama vesile olan,
bana hediye eden dostuma bi kere daha teşekkür ediyorum burdan:)Tabi yazıyı okuyan herkese de ayrıca teşekkürler..Daha blog adresimi vermedim çoğunuza gerçi.Artık ne zaman okursanız işte:)              





0 yorum:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...